Küresel ekonomide serbest ticaretin yerini giderek korumacılık, yerinde üretim ve “dost ülkelerle tedarik” anlayışına bıraktığı bir dönemin içindeyiz. Tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği bu yeni küresel düzende, ülkelerin sanayi, teknoloji ve üretim kabiliyetleri artık yalnızca ekonomik değil, stratejik birer güç unsuru haline geliyor. Bu hafta ekonomi ve sanayi gündemine yansıyan gelişmeler, Türkiye’nin bu dönüşüm sürecinde hem güçlü hamleler yaptığını hem de ciddi sınamalarla karşı karşıya olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın açıklamaları, Türkiye’nin son 20 yılda üretim kapasitesinde ve ihracatta geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Yıllık mal ihracatının 36 milyar dolardan 270 milyar doların üzerine çıkması ve sanayi katma değerinin 241 milyar dolara ulaşması, sanayinin ekonomideki ağırlığının kalıcı hale geldiğini gösteriyor. Planlanan sanayi alanlarının iki katından fazla büyütülmesi ve yeni sanayi koridorlarının oluşturulması ise üretimin Anadolu’ya dengeli yayılması açısından kritik önemde. Gaziantep, Adana, Eskişehir ve Denizli gibi şehirlerin sanayi hamlesinde öne çıkması bu stratejinin sahadaki karşılığı niteliğinde.
Öte yandan sanayide bu güçlü dönüşümün finansman tarafında hâlâ kırılganlıklar bulunuyor. TÜRKONFED Başkanı Süleyman Sönmez’in KOBİ’lere ilişkin tespitleri, reel sektörün nabzını tutuyor. Yüksek kredi maliyetleri, nakit akışı sorunları ve ertelenen yatırımlar, üretim cephesinde temkinli bir “bekle-gör” sürecinin hâkim olduğunu gösteriyor. Dünya Bankası destekli yeni finansman programları ve KOBİ’lere yönelik garanti mekanizmaları umut verici olmakla birlikte, bu kaynakların sahaya hızlı ve etkin biçimde yansıması kritik olacak.
Benzer bir gerçekçilik, DEİK Başkanı Nail Olpak’ın 2026 değerlendirmelerinde de görülüyor. “Aşırı iyimser olmak hayalci olur” ifadesi, iş dünyasının genel ruh halini özetliyor. Enflasyonun düşüş eğiliminde olsa da maliyet baskılarının tamamen ortadan kalkmadığı, finansmana erişimin zor olmaya devam ettiği bir denge dönemi yaşanıyor. Buna rağmen üretimin ve istihdamın korunması yönündeki kararlılık, Türkiye ekonomisinin en önemli dayanak noktası olmayı sürdürüyor.
Savunma sanayiinde ise tablo daha net ve güçlü. Savunma Sanayii Buluşmaları’nda paylaşılan veriler, yerli ve milli üretimin artık yalnızca iç ihtiyaçları karşılayan değil, küresel ölçekte rekabet eden bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor. İhracatın 7,5 milyar dolara ulaşması, TUSAŞ’ın Airbus gibi küresel devlerle derinleşen iş birlikleri ve yapay zekâ destekli tedarik platformları, sanayi–teknoloji entegrasyonunun somut sonuçlarını ortaya koyuyor.
Diğer yandan Elon Musk örneği, küresel ölçekte teknoloji, sermaye ve vizyonun nasıl devasa servetler ve stratejik güç yarattığını hatırlatıyor. Yapay zekâ, uzay ve elektrikli mobilite ekseninde şekillenen bu küresel rekabet, Türkiye için de yön gösterici nitelikte. Yerli üretim kadar yüksek teknoloji, ölçeklenebilirlik ve finansal derinlik ihtiyacı artık kaçınılmaz.
Bu haftanın manşetleri bize şunu söylüyor: Türkiye ekonomisi üretim gücünü artırıyor, sanayi altyapısını büyütüyor ve stratejik sektörlerde iddiasını güçlendiriyor. Ancak bu ilerlemenin kalıcı olması; finansmana erişimin kolaylaşmasına, verimlilik artışına, nitelikli insan kaynağına ve gerçekçi ekonomi politikalarına bağlı. Önümüzdeki dönemde başarı, yalnızca büyümeyi değil; dayanıklılığı, dengeli kalkınmayı ve yüksek katma değeri birlikte sağlayabilen bir ekonomik mimari kurabilmekten geçecek.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı