Küresel ekonomi tarihine bakıldığında, “deregülasyon” kavramı özellikle 1980’lerden itibaren finansal sistemin en tartışmalı dönüşüm başlıklarından biri olmuştur. Türkçede “düzenlemelerin gevşetilmesi” anlamına gelen bu kavram, devletin finansal piyasalara müdahalesini azaltması ve serbest piyasa dinamiklerinin belirleyici hale gelmesi sürecini ifade eder. Başka bir deyişle, finansal sistemin kendi kurallarını, kendi oyuncuları arasında daha özgür biçimde belirlemesine olanak tanınır. Ancak bu serbestlik, her zaman istikrarla birlikte gelmemiş; zaman zaman krizlerin de habercisi olmuştur. Günümüzde yeniden şekillenen küresel finans mimarisi içinde, deregülasyon politikalarının hem fırsatlarını hem de risklerini yeniden değerlendirmek büyük önem taşımaktadır.
Deregülasyonun Temelleri: Devletten Serbest Piyasaya Geçiş
Finansal piyasaların deregülasyonu, aslında ideolojik ve ekonomik bir paradigma değişiminin sonucudur. 1970’lerin sonunda Batı ekonomilerinde yaşanan durgunluk, artan kamu harcamaları ve verimsizlik eleştirileri, devletin ekonomideki rolünü tartışmalı hale getirdi. Bu ortamda, neoliberal ekonomi anlayışı güç kazandı ve “devlet küçülmeli, piyasa büyümeli” düşüncesi politik arenada karşılık buldu. ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher hükümetleri, finansal serbestleşmeyi kalkınmanın anahtarı olarak gördüler.

Bu çerçevede, faiz oranları üzerindeki sınırlamalar kaldırıldı, sermaye hareketleri serbestleştirildi, bankalar arası rekabetin önü açıldı. Finansal kurumların yeni ürünler geliştirmesine olanak tanındı; türev ürünler, hedge fonlar, yatırım bankacılığı faaliyetleri hızla yayıldı. Türkiye’de de 1980’lerin ortalarından itibaren benzer bir süreç yaşandı. 1989’da çıkarılan 32 sayılı karar, sermaye hareketlerinin serbestleşmesini sağlayarak finansal deregülasyonun en belirgin adımı oldu. Bu karar, Türkiye’yi küresel finans akımlarına açtı; ancak aynı zamanda volatiliteyi ve dış şoklara duyarlılığı da artırdı.
Deregülasyonun Getirdiği Fırsatlar: Yenilik, Verimlilik ve Rekabet
Deregülasyonun destekçileri, bu politikaların finansal sistemde dinamizmi artırdığını savunurlar. Düzenlemelerin gevşetilmesiyle birlikte finansal kurumlar daha esnek hale gelir, yeni ürünler geliştirir ve sermayeyi daha etkin alanlara yönlendirir. Serbestleşen faiz oranları ve döviz piyasaları, yatırımcıların piyasa sinyallerine göre daha rasyonel kararlar almasını sağlar.
Ayrıca rekabetin artması, finansal hizmetlerin kalitesini yükseltir ve maliyetleri düşürür. Örneğin 1990’lardan sonra internet bankacılığı, kredi kartları, leasing ve factoring gibi hizmetlerin yaygınlaşması, deregülasyonun sunduğu esneklikle doğrudan ilişkilidir. Sermayenin uluslararası dolaşımı kolaylaştıkça, gelişmekte olan ülkeler yabancı yatırımları çekme konusunda avantaj elde eder.
Türkiye açısından bakıldığında da finansal serbestleşme dönemi, dış kaynak girişini kolaylaştırarak ekonomik büyümeye katkı sağlamıştır. Özellikle 2000’li yıllarda finans sektöründe artan çeşitlilik ve bankacılığın uluslararası entegrasyonu, deregülasyonun getirdiği olumlu örnekler arasında sayılabilir.
Serbestliğin Gölgesinde: Krizler, Spekülasyon ve Kayıp Güven
Ancak deregülasyonun tarihi, yalnızca başarı hikâyelerinden ibaret değildir. Serbestliğin ölçüsüz biçimde uygulanması, finansal sistemde kırılganlıkları artırmış ve birçok küresel krize zemin hazırlamıştır. 1997 Asya Krizi, 2001 Türkiye Krizi ve 2008 Küresel Finans Krizi, bu durumun en çarpıcı örnekleridir.
Özellikle 2008’de ABD’de patlak veren mortgage krizi, finansal inovasyon adı altında denetimden çıkan türev ürünlerin nasıl sistemik bir riske dönüşebileceğini gösterdi. Deregülasyonun en uç noktasına varıldığı bu dönemde, bankalar yüksek riskli varlıkları karmaşık finansal paketlere dönüştürüp dünya çapında sattılar. Denetim mekanizmalarının zayıflığı, finansal şeffaflığın kaybı ve “batamayacak kadar büyük” kurumların aşırı risk iştahı, sonunda küresel ekonomiyi sarsan bir çöküşe yol açtı.
Türkiye’de de benzer biçimde, 1990’ların serbestleşme döneminde yeterli düzenleyici çerçevenin olmaması, finansal sistemde kırılganlık yaratmış ve 2001 krizinin derinleşmesine katkı sağlamıştır. Bu deneyimler, finansal serbestliğin ancak güçlü bir denetim altyapısıyla sürdürülebilir olduğunu açıkça göstermiştir.
Yeni Dönemde Finansal Serbestlik: “Akıllı Düzenleme” Arayışı
21.yüzyılın finansal sistemi, artık “tam serbestlik” ile “katı regülasyon” arasında bir denge arayışına girmiştir. Krizlerin ardından birçok ülke, finansal piyasalarda “akıllı düzenleme” (smart regulation) yaklaşımını benimsemeye başlamıştır. Bu yaklaşım, piyasa dinamizmini boğmadan riskleri azaltmayı amaçlar.
Örneğin, Basel III standartlarıyla bankaların sermaye yeterliliği ve likidite koşulları güçlendirilmiş; finansal istikrar kurulları, makro ihtiyati politikalar ve stres testleri yaygınlaşmıştır. Dijitalleşmenin getirdiği yeni araçlar — fintech, kripto varlıklar ve dijital ödeme sistemleri — deregülasyon tartışmasını yeniden gündeme taşımaktadır. Bu kez soru şudur: “Finansal yenilikleri desteklerken, sistemik riski nasıl kontrol altında tutabiliriz?”
Türkiye özelinde de BDDK ve SPK gibi düzenleyici kurumların etkinliği son yıllarda artmış; finansal teknolojilere yönelik yeni düzenlemeler, piyasa istikrarını koruma çabasını yansıtmıştır. Ancak küresel sermaye akımlarının hızlandığı, dijital varlıkların yaygınlaştığı bir çağda, yalnızca ulusal düzenlemeler yeterli değildir. Uluslararası iş birliği ve şeffaf veri paylaşımı, yeni dönemin temel unsurları arasında yer almalıdır.
Sonuç: Serbestliğin Sınırı, Güvenin Başladığı Yerdir
Finansal piyasaların deregülasyonu, modern ekonomilerin vazgeçilmez bir dönüm noktasıdır. Doğru uygulandığında yeniliği, verimliliği ve büyümeyi teşvik eder; yanlış yönetildiğinde ise krizleri ve güvensizliği derinleştirir. Bu nedenle asıl mesele, deregülasyonun tamamen reddi ya da sınırsız savunusu değildir. Önemli olan, piyasaların özgürlük alanını korurken toplumun finansal güvenliğini tehdit etmeyecek bir denge kurabilmektir.
Günün sonunda, finansal sistemin sürdürülebilirliği, yalnızca kâr maksimizasyonu değil; aynı zamanda etik, denetim ve toplumsal sorumluluk ilkeleriyle mümkün olur. Serbest piyasa, kuralsızlık değil; kuralların adil, şeffaf ve etkin biçimde işlemesidir. Deregülasyonun ikinci dalgasına tanıklık ettiğimiz bu dönemde, dünya ekonomisi yeniden şu sorunun yanıtını arıyor: “Finansal özgürlük, hangi noktada ortak refahın önüne geçmemeli?”
İşte bu soru, yalnızca ekonomistlerin değil, tüm toplumun geleceğini ilgilendiren en kritik tartışma olmaya devam ediyor.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı