İstanbul, 29 Kasım (Hibya) – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen TRT World Forum’da konuştu.
Erdoğan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:
“Ülkemizin ve dünyanın farklı yerlerinden foruma teşrif eden siz değerli misafirlerimize, medeniyetlerin, kültürlerin ve insanların buluşma noktası güzel İstanbul’umuza hoş geldiniz diyorum. Dünyanın geleceğine kayıtsız kalmayan siz değerli katılımcılarla forum vesilesiyle birlikte olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Fikri bir zeminde kritik meselelerin ele alındığı bu platformun her yıl genişleyerek daha çok insana ulaştığını görüyor, bunu da fevkalade önemsiyoruz. Bu seneki foruma Türkiye ile birlikte 30’u aşkın ülkeden akademisyenin, siyasetçinin, sivil toplum mensubu, gazeteci, iş insanı ve kanaat önderinin iştirak ettiğini öğrendim.
İnsanların arasındaki bariyerleri kaldıran bu tip etkinlikler, tüm insanlığın geleceğini etkileyen küresel meselelerin çözümünde kritik önemdedir. Karşılıklı saygıya dayalı ortak bir zeminde ne kadar çok konuşur, ne kadar çok tartışırsak çözümlere de o kadar yaklaşabiliriz.
Bu yılki temamız olan kırılma noktasında bir dünya, krizleri ve dönüşümleri yönetmek, dünyanın karşı karşıya olduğu derin sorunları ve dünyanın dönüşümünü tartışmamız gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu tema, aynı zamanda mevcut sistemin sürdürülemez olduğunu ve insanlığın daha adil bir düzene ihtiyaç duyduğunu da bizlere hatırlatıyor.
Forum kapsamında dünyamızı tehdit eden meseleler, alanınca yetkin isimlerce masaya yatırılacak, bu meselelerin çözümü için atılması gereken adımlar değerlendirilecek.
Her zaman söylüyoruz: Hakikatin kıvılcımı, fikirlerin çarpışmasından ortaya çıkar. Katılımcılarımızın da görüşleriyle forumun, çağımızın sancılı meselelerine yeni, yenilikçi ve etkili çözüm yolları sunmasını temenni ediyorum.
Bugün dünya savaşlar, çatışmalar, ihlaller ve eşitsizliklerin pençesinde kıvranmakta. Derin bir vicdan ve liderlik krizinden geçmektedir. Nereye baksak, yüzümüzü nereye çevirsek, istikrarsızlık görüyoruz, dram görüyoruz, derinleşen adaletsizlikler görüyoruz. Aynı şehrin iki farklı ucunda iki farklı hayat yaşanıyor.
Sınır komşusu iki ülkenin birinde refah ve zenginlik hakimken, diğerinde milyonlarca insan açlık ve yoksullukla boğuşuyor. Ticaretten diplomasiye devletler arasındaki rekabet günden güne daha yıkıcı, daha agresif bir hal almaya başlıyor.
Umutlarımızı yeşertecek, geleceğe daha ümitvar bakmamızı sağlayacak bütün bu gelişmelerin sayısı giderek azalıyor. Şurası muhakkak ki insanlık, bir dönüm noktasındadır. Sadece önümüzdeki 5-10 yılı değil, evlatlarımızın, torunlarımızın da geleceğini etkileyecek maiyette hadiseler yaşanmaktadır.
Gazze’den Ukrayna’ya, Batı Afrika’dan Güney Asya’ya kadar pek çok coğrafyada süregelen insani krizler, her seferinde çok daha keskin bir şekilde mevcut dünya düzeninin kırılganlığını gözler önüne sermektedir. Ancak bu krizlerin, insanlığın ortak istikbali için daha güçlü bir dayanışma çağrısı olduğu da inkar edilemez bir gerçektir.
Hep söylediğim gibi her kriz, aynı zamanda bir imkandır. Adalete, barışa, huzura, güvenlik ve istikrara açılan bir fırsat penceresidir. Layıkıyla değerlendirilebilenler için her kriz, yeni bir dönemin muştusu, yeni bir başlangıcın öncüsü olma potansiyeline ziyadesiyle sahiptir. İnsanlık tarihine baktığımızda bunun sayısız örneğiyle karşılaşıyoruz.
Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği 2. Dünya Savaşı’nın en önemli çıktılarından biri irili, ufaklı tüm ülkelerin bir araya gelebildiği en geniş zemin olan Birleşmiş Milletler sisteminin tesisi olmuştur. Peki şu anda bu Birleşmiş Milletler ile devam edebilir miyiz? Hayır. Tamamıyla bu Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi gerekmektedir.
Dünya, 5 daimi üyenin eline, diline bırakılamaz. Süratle bu değişim gerekiyor. 5 daimi üye, 15 geçici üye. Olmaz. Bu şekilde bu dünya yönetilemez. Artık 2. Dünya Savaşı’nın şartlarında değiliz. Dünya, değişti. Değişiyor öyleyse bu değişime yönelik ciddi bir değişim şart. Kabullenmezler biliyorum ama bu 5 daimi üyeden bir tanesinin iki dudağı arasına 194 ülkenin kaderi terk edilemez.
Bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişi bundan bir diğeridir.
11 Eylül saldırıları sonrasında medeniyetler çatışması senaryolarının yazıldığı bir dönemde İspanya ile birlikte hayata geçirdiğimiz Medeniyetler İttifakı girişimi yine bu anlayışla atılmış tarihi bir adımdır. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Kriz dönemlerinde veya sonrasında benzer acıları, sorunları, çatışmaları, ağır hak ihlallerini bir daha yaşamamak için vücut bulmuş çok sayıda kurum, kuruluş ve inisiyatif bulunuyor.
Hiç şüphesiz bunların mevcudiyeti, insanlık adına, tüm insanlığın geleceği adına kıymetli birer kazanımdır. Ama bununla birlikte hepimiz gayet iyi biliyoruz ki aslolan pratiktir, uygulamadır. Milyonlarca dolar bütçesi, on binlerce personeli olan tüm bu kurumların etkinliğidir.
Gazze kriziyle bu hakikate hem de çarpıcı bir şekilde tekrar şahitlik ettik. Aynı şekilde dördüncü yılına girecek Rusya-Ukrayna savaşı bize kurallara dayalı uluslararası sistemin zayıflığını göstermiştir. Bir defa burada şunu söylemek durumundayım: Gazze’de sadece insani değerler değil, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası sistemin güvenilirliği de sınanmıştır. Ancak Gazze krizinde ne insanlık ne sistem başarılı imtihan verememiştir.
Her birinin gerisinde umutlarla dolu bir hayat, büyük bir acı ve insanlık ayıbı olan şu rakamlar karşımızdaki vahim tabloyu ortaya koyuyor.
Aynen Siyonistlerin dili, ağızı, gözü olmak suretiyle burayı provoke etmeye ne kadar çalışırsanız çalışın netice alamazsınız. Dünyadaki Siyonistler, Tayyip Erdoğan’ın nerede durduğunu çok iyi biliyor ama siz hala anlayamamışsınız.
Bakınız kuzeyimizdeki savaşta bugüne kadar bazı tahminlere göre yarım milyona yakın insan, hayatını kaybetti. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonucunda ise 50 bin masum Filistinli tüm dünyanın gözleri önünde hayattan koparıldı. Lübnan’da vefat edenlerin sayısı, 4 bine yaklaşıyor.
Gazze’de katledilenlerin yüzde 70’ini kadın ve çocuklar oluşturuyor. Yine aynı saldırılarda 100 binden fazla Gazzeli yaralandı. Şehirler tüm altyapısı ve üstyapısıyla yıkıldı. Saldırılardan önce 2,3 milyon insanın yaşadığı Gazze Şeridi’nde neredeyse ayakta sağlam bina kalmadı.
Hastaneler, okullar, ibadethaneler ve daha nice sivil yerleşim yeri vuruldu. Savaş hukukuna ve insancıl hukuka dair ne kadar ilke, prensip, norm, kırmızı çizgi varsa aşıldı, çiğnendi, ayaklar altına alındı.
7 Ekim’den beri Gazze’de öldürülen basın mensubu sayısı 189’dur. Yüzlerce gazeteci yine bu süreçte yaralanmış, kurşunların ve bombaların hedefi olmuştur. Çıplak ayaklarıyla yağmurun, çamurun içinde bir tas çorba için saatlerce sıra bekleyen çocukları gördükçe hepimizin yüreği yaralanıyor.
İsrail hükümetinin kendi vatandaşlarıyla birlikte bölgede yaşayan herkesin güvenliğini tehlikeye atan saldırganlığı karşısında ‘Bundan bize ne?’ diyebilir miyiz? Barış varken hep birlikte barış içinde yan yana yaşamak varken Allah aşkına bu kan, bu çatışma, bu savaş niye? Eğer bugün harekete geçmezsek ne zaman geçeceğiz?
Gazzeli, Filistinli, Lübnanlı mazlumların acısı, hepimizin acısıdır. Öyle de olmalıdır. Zulme rıza, zulümdür. Zalimin yanında duran, zulmüne de ortak olur. Hukuk önünde hesabı verilmeyen her suç, failini daha da pervasızlaştırır. Daha büyük cinayetlerin işlenmesini teşvik eder.
Türkiye olarak, acı ama doğru olan bu gerçekler temelinde devleti ve milletiyle ilk günden beri Gazze’de mezalime sesimizi yükseltiyoruz.
Holokost utancı sebebiyle yol verilen bu insanlık faciasının sonu çıkmaz sokaktır. Felakettir, daha büyük bir dramdır. Türkiye, ne yapıyorsa barış için, adalet için, tüm bölgenin güvenliği için yapmaktadır. Ne söylüyorsak tıpkı ecdadımızın dört asırlık idaresinde olduğu gibi tüm inanç mensuplarının yan yana huzur içinde yaşayabilmesi için söylüyoruz.
Bizim hiçbir ülkeye ve millete kategorik olarak düşmanlığımız yok. Sırf farklı bir inançtan, farklı bir kültürden veya kökenden diye kimseye öfke duymuyoruz. Kimseden nefret etmiyoruz. Husumet beslemiyoruz.
İspanya’dan kovulan 500 bini aşkın Musevi’ye kapısını açan bu millettir. Biz, kapımızı açtık o gün bugündür onlar misafirimiz olarak bizimle beraber yaşadılar, yaşıyorlar. Bizim zihin dünyamızda ne mazluma kimliği sorulur, ne zalimin inancına bakılır.
Biz tam 420 gündür bölgemizi kan deryasına çeviren bu cinnet halinin artık son bulmasını arzu ve temenni ediyoruz.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ve Gallant hakkında çıkardığı yakalama kararını bu bakımdan çok önemli buluyoruz. İsrail ile Lübnan arasında önceki gün sağlanan ateşkesin de aynı şekilde kalıcı olmasını temenni ediyoruz.
Sahada kış şartları daha fazla bastırmadan, daha fazla masum kanı dökülmeden, daha fazla annenin babanın yüreğine evlat acısı düşmeden, daha fazla çocuk yetim öksüz kalmadan, uluslararası kurumlara olan güven daha fazla örselenmeden velhasıl kurumları ve değerleriyle insanlık daha fazla irtifa kaybetmeden Gazze’de de sürdürülebilir ateşkes bir an önce tesis edilmelidir. Türkiye ilk günden beri bunu savunmuştur. Bugün de aynı yerdedir.
Gazze’deki soykırımın durması ve kalıcı barışa giden yolun açılması için değil elimizi, tüm bedenimizi taşın altına koymaya hazırız.
Tamamen izlenme kaygısıyla çekilen diziler, filmler ve programlar ne kültürümüze ne toplumsal barışımıza ne de değerlerimizin yaşatılmasına hiçbir fayda sağlamıyor. Hatta sırf daha fazla reyting alabilmek için başta kadına ve çocuğa yönelik şiddet olmak üzere şiddetin meşrulaştırıldığını, alkol ve uyuşturucunun özendirildiğini, sapkın ve sapık ilişkilerin normalleştirildiğini görüyoruz. Bu yayınların daha tehlikeli tarafı, farklı toplum kesimlerimiz arasındaki müşterek paydayı zayıflatmayı amaçlayan provokatif yayın politikasıdır.
Açık söylemek gerekirse son dönemde milletimizin sinir uçlarıyla bilerek oynandığını müşahede ediyoruz. Halkımızın farklı kesimlerinde infiale sebep olan televizyon yayınlarının özellikle pıtrak gibi çoğalmasının sebebi, kanaatimizce sadece para kazanma hırsıyla da izah edilemez. Bu sonuçların ileriki dönemlerde çıkacak bir sosyal mühendislik projesidir. Türkiye, bu tarz toplumsal ve siyasal mühendislik projelerine çok sık maruz kalmış bir ülkedir. Özellikle 28 Şubat’a giden yollun taşlarının nasıl döşendiğini hepimiz gayet iyi hatırlıyoruz.
Bölgemiz yangın yeriyken iç kalemizde gedik açmayı hedefleyen her türlü girişimi milli güvenlik zaviyesinden değerlendiriyoruz.
Ülkemizin ve dünyanın farklı noktalarından programı teşrif ederek daha adil bir dünyanın tesisi için elini taşın altına koymaktan çekinmeyen tüm katılımcılarımıza şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Hepinizi bir kez daha saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Kalın sağlıcakla.”
SANAYİ HABER AJANSI