Ankara, 11 Aralık (Hibya) – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dünya İnsan Hakları Günü Kardeşliğin Yüzü Programı’nda konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şu şekilde:
“Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabulünün 76. yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen Kardeşliğin Yüzü programında siz değerli kardeşlerimle bir arada olmanın bahtiyarlığı içindeyim.
Bu anlamlı programı tertip eden AK Parti İnsan Hakları Başkanlığımıza teşekkür ediyor, organizasyonda emeği geçen her bir kardeşimi yürekten kutluyorum. Rabbim emeklerini zayi etmesin. Aşklarını, heyecanlarını, milletimize olan sevdalarını daim eylesin diyorum.
Kardeşliğin Yüzü programının ülkemiz, milletimiz, gönül coğrafyamız ve dünyanın dört bir yanındaki tüm kardeşlerimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan temenni ediyorum. Bölgemizde ve dünyanın farklı köşelerinde ümidini Türkiye'ye bağlamış, kaderini milletimizin istikbaliyle birleştirmiş kardeşlerime de selamlarımı gönderiyorum.
Bilhassa Gazze'de ve işgal edilmiş Filistin topraklarında hayat ve haysiyet mücadelesi veren kardeşlerimi kemal-i hürmetle selamlıyor, buradan kendilerine milletimizin ve partimizin dayanışma mesajlarını yolluyorum.
Aynı şekilde 61 yıllık zulmün, tetişin, istibdadın ve baskının ardından özgürlüklerine kavuşan Suriyeli kardeşlerimize, Suriye'nin kahraman ve fedakar halkına da selam, sevgi ve en derin muhabbetlerimi iletiyorum.
Biliyorsunuz dün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabulünün 76. yıl dönümüydü. Her yıl 10 Aralık'ta kutlanan Dünya İnsan Hakları Günü'nün mağdur ve mazlum coğrafyalarda yaşayan kardeşlerimiz başta olmak üzere ülkemiz ve tüm insanlık için hayırlar getirmesini diliyorum.
İnsan hakları evrensel beyannamesinin kabul edilişinin üzerinden dün itibarıyla 76 sene geçti. Beyanname dünyada en çok referans verilen ama içeriğinin uygulanması noktasında aynı hassasiyetin gösterilmediği bir belgedir.
30 maddeden oluşan bu önemli belgenin ilk maddesinde bütün insanların özgür olduğu, insanlık ailesinin tüm üyelerinin hak ve haysiyet bakımından eşit olduğu ifade ediliyor. İlan edildiği dönemde insanlığın geleceği adına büyük umutlar vaat eden beyanname ne yazık ki zamanla örselenmiş, içi boşaltılmış, özellikle gücü elinde tutan devletler tarafından kadük bırakılmıştır.
Bunun en çarpıcı ve acı örnekleri bizim gönül coğrafyamızda yaşanmıştır. Beyanname 1948 yılında kabul edildi. Bu tarih aynı zamanda İsrail'in Filistin'de terör estirmeye başlamasının da miladı olmuştur. O günden beri İsrail, Filistin halkının topraklarını gasp etmeye, işgal etmeye, bu toprakların asıl sahiplerini sürgün etmeye devam ediyor.
Belgenin kabulü sadece İsrail'in hukuk tanımazlığına değil, Balkanlardaki soydaşlarımızın zorunlu göçlere tabi tutulmasına, baskı ve asimilasyon politikalarına maruz bırakılmasına da mani olamadı. Srebrenitsa'dan 800 bin insanın hayatını kaybettiği Ruanda soykırıma kadar farklı bölgelerde çok ağır insan hakları ihlallerine şahitlik ettik.
Hocalı'da kardeşlerimiz can verirken, Irak ve Afganistan işgal edilirken, Ebu Gureyb'de insanlar işkenceden geçirilirken aynen bugün olduğu gibi. Komşumuz Suriye'de tarihin en vahşi zulümleri yaşanırken, beyanneme göz göre göre ayaklar altına alınırken lafa gelince insan hakları ve demokrasi havarisi kesilenlerden hiçbir ses duyulmadı.
Aynı çifte standartla ülkemizle ilgili hususlarda defalarca biz de karşılaştık. Bölücü örgütün terör eylemlerinde çoğu sivil binlerce vatan evladını şehit verdik. Sırf bölücü teröre boyun eğmediği için işkenceyle katledilen nice insanımız oldu.
Aynı şekilde 15 Temmuz gecesi 252 insanımız FETÖ'cü hainler tarafından kalleşçe, alçakça şehit edildi. Ama tüm bu süreçlerde eleştiri okları ülkemize yönelirken masumları katleden caniler batılı ülkeler tarafından kollandı, baş tacı yapıldı.
Burada şu gerçeği çok net görebiliyoruz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin altını en fazla oyanlar dünyada bunun güya savunucuğulunu üstlenenlerdir. Meselenin bir diğer boyutu ise şudur; İnsan Hakları, günümüzde siyasallaştırılmış bir kavramdır ve çoğu zaman siyasi mühendisliği projelerinde bir araç olarak kullanılmaktadır.
Geldiğimiz noktada insan hakları sadece dünyanın belli bir bölgesine ve belli bir insan nüfusuna uygulanan imtiyazlı haklar şeklinde algılanıyor. Zahirdeki tüm aksi söylemlere rağmen işin özünde renk, köken, kan ve inanç üzerinden daraltılmış bir insan hakları tanımı yapılıyor.
Beyaz adam beyannamede kayıtlı tüm hakları kullanmada alabildiğine özgürken insanlığın geri kalanı ancak belli haklardan istifade edebiliyor. Dünyada insan haklarına riayet konusunda yaşanan gerilemenin temel sebebi işte bu sınıfsal, samimiyetsiz ve riyakar politikalardır.
Biz insanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir tasavvur sahibiyiz. 7 asır önce devletimizin kurucularına yapılan bu tavsiye devlet ve toplum hayatında yüzyıllardır milletimize rehberlik ediyor. Yine bundan beslenen bir diğer önemli umdemiz mazluma kimlik sorulmaz prensibidir.
Millet olarak tarih boyunca dünyanın neresinde bir zulüm varsa kimseden çekinmeden sesimizi yükselttik, tavrımızı ortaya koyduk. 5 asır önce Engizisyon zulmüne maruz kalan Museviler'e kapısını açarak hayatlarını kurtaran bizdik. 19. yüzyılda Polonyalı mültecilere “Tacımı veririm, tahtımı veririm. Fakat devletime sığınanları asla geri vermem” diyerek sahip çıkan bizim Sultanlarımızdı. İkinci Cihan Harbi'nde Nazi vahşetinden kaçan farklı milletlere kapısını açan yine biz olduk. Birinci Körfez Savaşı'nda Kuzey Irak'taki Kürt kardeşlerimizi katliamın pençesinden kurtaran yine biz olduk.
Ayn-el Arap'a DEAŞ'lı caniler caniler saldırdığında bir gecede yüz binlerce Suriyeli Kürdü ülkesine kabul eden yine Türkiye, bizim hükümetimizdi. Benzer olayların tarihimizde sayısız örneği bulunuyor.
Burada şunu büyük bir gururla ifade etmek isterim. Türkiye asırlardır mazlumlara eman yurdu olmuş, müşfik ve merhametli bir ülkedir. Milletimiz de ali cenap bir millettir. Kapımıza gelene Türk müsün, Arap mısın, Kürt mübsün diye sormadık. Bizden yardım dileyene Müslüman mısın, Hristiyan mısın, Yahudi misin diye sormadık. Türkiye'ye sığınana “sen beyaz mısın, siyah mısın?” diye sormadık.
İhtiyaç sahiplerinin kimliğine asla bakmadan inancına, derisinin rengine aldırmadan sadece ülkemizin kapılarını değil, gönül dünyamızın kapılarını da ardına kadar biz açtık. Nerede bir mazlum ve mağdur varsa hakkını savunduk. Zulmü alkışlayanlardan değil, gerektiğinde bedel ödemek pahasına Hakk'ı tutup kaldıranlardan olduk.
Hem Gazze mezaliminde hem de Suriye krizinde kardeşlerimizi asla yalnız bırakmadık. 86 bin tonluk insani yardım miktarıyla Filistin'e en fazla destek sağlayan ülkelerdeniz. Ticari işlemleri durdurmak suretiyle İsrail hükümetine en net tepkiyi veren ülke yine Türkiye'dir. Lübnanlı kardeşlerimize ulaştırdığımız yardımlarla burada da elimizden geleni yapıyoruz ve yapacağız.
Ülke ve millet olarak insanlık sınavını başarıyla verdiğimiz yerlerin başında komşumuz Suriye geliyor. İlk günden beri bu meselede durduğumuz yer bellidir. Tutumumuz bellidir, söz ve eylemlerimiz apaçık ortadadır. Türkiye, Suriye krizine daima vicdan odaklı yaklaşmıştır.
İnsanlığımızın, Müslümanlığımızın ve komşuluğumuzun gereği ne ise zor dönemde bunu yapmaya gayret ettik. Suriyeli muhacirleri Ensar ruhuyla 13 yıl boyunca hamdolsun en güzel şekilde misafir ettik. Hatırlayın, hep ne dedim; biz Ensarız. Dolayısıyla bir muhacir ne yapıyorsa işte biz bunu yapmaya mecbruz dedik. Ne zaman dedik ki; “Sizi kovacağız.” Bu ülkedeki ana muhalefete rağmen dedik.
Elbette bu süreci zehirlemek isteyenler de oldu. CHP'nin eski genel başkanı Nazi vari, ırkçı, nefret söylemleriyle milletimizi galeyana getirmeye gayret ederken evlerini, vatanlarını, kimi zaman ailelerini bir gecede terk etmek zorunda bırakılan mazlumlara vicdansızca, insafsızca saldırdılar.
Bu garibanları hedef haline getirmekten utanmadılar. Sırf seçimlerde 3-5 oy daha fazla alabilmek uğruna ne bize, ne milletimize ne de inancımıza yakışmayan yollara tevessül ettiler. Tabii işin daha üzücü yanı da şudur. Birileri maalesef buna sırf menfaatlerini koruma adına sessiz kalmıştır.
Haktan, hukuktan, adaletten, özgürlükten bahsedenlerin çoğu haftalarca süren bu ırkçı nefret furyası karşısında iki kelam etmedi. Mesele Suriyeli muhacirler olunca doymadılar, görmediler, konuşmadılar. Peki sonuçta ne oldu? Vicdan kazandı, vicdan. İnsanlık kazandı, merhamet kazandı, dayanışma kazandı, yüce gönüllü olmak kazandı.
Hepimizi derinden sarsan, herhalde bugünlerde televizyonlarda izlediniz. Sednaya hapishanesi gibi işkence ve ölüm merkezlerine baktığımızda nasıl vahim bir felaketin eşiğinden dönüldüğü daha iyi anlaşılıyor.
14-28 Mayıs seçimlerinde Anadolu irfanının galip gelmesi milletimizin tarihine yeni bir utanç lekesi bulaştırılmasının önüne geçmiştir.
Şunu da ifade etmek durumundayım, eli kanlı Baas rejiminin sona ermesiyle inşallah Suriye'de huzura ve güvenliğe giden yolun kapıları açılmıştır. Suriye'de barış ortamı kök saldıkça gönüllü geri dönüşlerin sayısı da zamanla artacaktır.
Şimdi CHP'nin ve bazı faşist grupların bu olumlu iklimi de sabote etmeye çalıştığını görüyoruz. Yaptıklarından dolayı biraz olsun mahcubiyet duyması gereken CHP'nin Şam'daki müttefiklerini kaybetmenin kuyruk acısıyla mülteci düşmanlığını köpürtmesi bu siyasi parti adına bir utanç vesikasıdır.
Biliyorsunuz bunlar yıllarca şahsımıza diktatör iftirası attılar. Sadece bize değil Türk demokrasisine de gölge düşürmek istediler. Hatta ülke ülke dolaşarak Türkiye'yi yabancılara şikayet ettiler.
Bize bühtan eden CHP ve yandaşlarına tavsiyem; diktatör kime denir görmek istiyorlarsa Suriye'den gelen hapishane görüntülerini seyretsinler. Diktatörün ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorlarsa gitsinler yere göğe sığdıramadıkları Baas rejiminin günah galerisine bir baksınlar.
CHP ve ortakları ne yaparsa yapsın biz gönüllü geri dönüşleri de inşallah vakarla yürüteceğiz. Eminim siz de gururla takip ediyorsunuz. Televizyon ekranlarına, gazetelere, sosyal medya mecralarına yansıyan teşekkür mesajlarını izledikçe hepimiz mutlu oluyoruz.
Az önce Suriyeli yetimleri gördünüz değil mi? Suriyeli öksüzlerin bütün kardeşlerini gördünüz. Onların hayır dualarına mazhar olmanın milliçe bahtiyarlığını yaşıyoruz. Bunun için Rabbimize ne kadar hamdetsek azdır. Hayattaki her şey gibi elbette yetime, öksüze, garibe kol kanat gerebilmek de nasip işidir. Şimdi bunu yaşıyoruz. Biz bu açıdan da nasipli bir milletiz.”
SANAYİ HABER AJANSI