Ankara, 9 Nisan (Hibya) – Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) AK Parti grup toplantısında konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:
“Yolunuza yoldaş, mücadelemize nefer olan tüm dava arkadaşlarıma AK Parti’nin 11 milyonu aşan her bir üyesine, 23 yıldır desteğini ve duasını bizden esirgemeyen aziz milletimin her bir ferdine buradan en samimi saygılarımı iletiyorum.
Dün Genişletilmiş İl Başkanları Toplantımızda da ifade ettim. AK Parti teşkilatları Ramazan-ı Şerif süresince Genel Merkeziyle, Kadın ve Gençlik Kollarıyla, Milletvekilleriyle, il, ilçe, belde başkanlarıyla, elbette belediyeleriyle gerçekten olağanüstü bir çaba içinde oldu.
81 vilayetimizin her metrekaresinde, kelimenin tam anlamıyla bir kardeşlik ve dayanışma rüzgarı estirdik. Tüm farklılıklarımıza rağmen 85 milyon olarak hepimizin büyük bir aile olduğunu tekrar hatırladık ve hatırlattık. Sadece Kadın Kollarımız 4,5 milyon insanımıza ulaştı.
Gençlik Kollarımız 'İftara 5 Kala' etkinliğiyle tam 5 bin noktada 800 binin üzerinde vatandaşımıza iftariyelik dağıttı. Kampüs iftarlarıyla üniversiteli gençlerimiz bir araya geldi ve kucaklaştı.
Kabine üyelerimiz ve milletvekillerimiz Türkiye'nin dört bir yanında gönül sofralarının misafiri oldu. Belediyelerimiz yoksulun, garibin, fakirin, kimsesizlerin kapısını çaldı; dertleriyle dertlendi, sıkıntılarına çare üretti.
Biz de Milletin Evi'nde halkımızın çok farklı kesimlerini ağırladık, onlarla hasbihal edip hasret giderdik. Kimseyi ayırmadan, kimseyi dışlamadan hep beraber rahmet ve bereket ayının hakkını verebilmek için samimiyetle gayret gösterdik.
Rabbim hepinizden, hepimizden razı olsun diyorum. Cenabı Allah'tan bizleri bölgemizdeki zulümler ve katliamlar sebebiyle buruk geçirmediğimiz bayramlara kavuşturmasını niyaz ediyorum.
Bölgemizde ve dünyada yaşanan gelişmeler çok önemli bir değişimin eşiğinde, hatta coğrafyamız itibarıyla merkezinde olduğumuzu gösteriyor. İkinci Cihan Harbi sonrasında inşa edilen, Soğuk Savaş'ın bitimiyle adeta kökleşen küresel sistem açıkçası temelden çatırdıyor. Neoliberal ekonomik ve siyasal düzenin yerine daha korumacı bir yapının yükselmekte olduğunu görüyoruz.
Sadece Asya'da, Avrupa'da, Amerika'da değil, hemen her yerde devletler, toplumu ve ekonomiyi güçlendirmeyi amaçlayan politikalar üretiyor. Ticaret'ten güvenliğe, savunmadan nüfus oranına çok geniş bir yelpazede yeni mücadele dönemine hazırlık yapılıyor.
Uluslararası siyasetin neredeyse tüm aktörleri yeni arayışlara girdi. Gümrük tarifeleri üzerinden alevlenen ticaret savaşlarının küresel ölçekte bir etki uyandıracağı anlaşılıyor. Büyük küçük demeden, herkesi etkileyecek, şiddetli bir kasırganın geldiğini söylemek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.
Dünyamız, özellikle ekonomi ve askeri kapasite bakımından tek kutuplu bir yapıdan çok kutuplu bir mimariye doğru hızla yol almaktadır.
Son aylarda üst üste gelen haberleri, işte bu yeni dönemin doğum sancıları olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Şunu büyük bir gururla bir kez daha söylemek arzusundayım: Tarihi olduğu kadar sancılı da olan bu süreci en iyi okuyan, en iyi yöneten, sahada ve masada en güçlü konumda bulunan ülkelerden biri Türkiye'dir.
Geçmişte farklı sebeplerle küresel rekabette minder dışına itilen ülkemiz, Allah'ın izniyle yeni dönemin kurucu aktörlerinden biri haline gelmektedir. Bunun işaretlerini şimdiden görmeye başladık.
Sözünün ağırlığı olan, tavrı, duruşu, söylemi dikkatle takip edilen bir ülke olarak Türkiye'nin ismi her platformda daha sık telaffuz ediliyor. Türkiye'siz bir denklem kurulamayacağı, kurulsa dahi bunun yaşama şansının olmadığı küresel aktörler tarafından da kimi zaman gönüllü ama çoğu zaman mecburen kabulleniliyor.
İdrak yolları kapalı olmayanlar şu hakikati çok net görmektedir: Türkiye, 23 yıldır temelini adeta tuğla tuğla ördüğü güçlü altyapısıyla yeni döneme damgasını vurmaktadır. Türkiye Yüzyılı vizyonumuz günden güne ete kemiğe bürünmekte, milli ülkümüz olarak tüm ihtişamıyla Şimal Yıldızı misali parlamaktadır.
Ülkemizdeki muhalefetin anlamadığı, daha doğrusu anlamak istemediği gerçeklik işte budur. Onlar hala eski Türkiye'de yaşadıklarını sanıyorlar. Onlar hala Türkiye'nin kendi dönemlerindeki ülke olduğunu düşünüyorlar.
Onlar hala Türkiye'nin icazetle iş gördüğü zannıyla hareket ediyorlar. Oysa Türkiye, AK Parti hükümetleri döneminde icazet alan değil, tam tersine icazeti aranan ülke konumuna gelmiştir.
Türkiye büyük güçlerin oyunlarında rol lütfedilen bir figüran değil, senaryosunu kendi yazdığı oyunları hayata geçiren bir aktör olmuştur. Yeni Türkiye unutmayın, güçlü Türkiye'dir. Muteber, muvaffak ve muktedir bir ülkedir.
Burada şunu da ifade etmek durumundayım. Yeni Türkiye'ye dünya alışmış. Hiç hoşlarına gitmese de Batılı güçler Yeni Türkiye'yi benimsemek zorunda kalmış. Ama ülkemizdeki ana muhalefet partisi meseleyi halen idrak edememiştir. Türkiye'nin level atladığını, Türkiye'nin artık çok farklı bir ligde top koşturduğunu halen kavrayamadılar.
Özellikle Batı ile münasebetler konusunda son 23 yılda nasıl bir paradigma değişimi yaşandığını halen anlayamadılar. Kendileri Batı'nın rızası olmadan bırakın iş yapmayı, bırakın politika üretmeyi, nefes dahi alamadıkları için gelişmeleri doğru okuyamıyorlar.
14-28 Mayıs seçimleri öncesinde Amerika'dan ekonomist ithal etmekle övünenlerden zaten başka bir şey de beklenemez. Ne diyelim? Yazık. Gerçekten çok yazık. CHP'nin içler acısı haline baktıkça inanın ülkemiz adına üzülüyoruz. Bunlar kendi ülkelerini ve milletlerini hiçbir zaman tanımadılar. Korkarım bu gidişle de hiçbir zaman tanımayacaklar.
Küresel ekonomi zorlu bir sınavdan geçmektedir. Son bir haftada uluslararası ticaret savaşları yeni bir boyuta evrildi. Karşılıklı olarak tonu artan söylemlerle tarife kavgaları daha da kızışmaya başladı. Sermaye piyasalarındaki depremin artçı sarsıntıları henüz oturmadı.
Bütün bu gelişmelerin küresel ekonomiyi üç noktada etkilemesi bekleniyor. Birincisi, ticaret hacmindeki daralma ve küresel tedarik zincirlerindeki aksamayla birlikte enflasyonist baskıların artmasıdır. İkincisi, derinleşen belirsizlik ortamının piyasalarda ciddi bir güven kaybına yol açmasıdır.
Üçüncüsü ise emtia fiyatlarındaki dalgalanmadır. Tüm bunlar neticesinde küresel büyüme hızının yavaşlaması, hatta kimi büyük ekonomilerin durgunluğa girmesi kuvvetle muhtemeldir. Peki bu küresel tabloda Türkiye olarak biz nerede duruyoruz?
Şimdi bakınız değerli kardeşlerim, 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında ekonomide çok güçlü bir ekip kurduk. Hem enflasyon ve hayat pahalılığı başta olmak üzere ülkemizin mevcut sorunlarını çözecek hem de Türkiye'yi şoklara karşı dirençli hale getirecek kapsamlı bir programı Mayıs 2023'ten itibaren kararlılıkla hayata geçirdik.
Programımız sayesinde dış kırılganlıklarımızı azaltırken şoklara karşı mukavemetimizi artırdık ve makro finansal istikrarı güçlendirdik. Evet dünyada ciddi bir belirsizlik ortamı var ama Türkiye'nin de yolunu aydınlatan güçlü bir ekonomi programı var.
Ticaret, üretim ve ihracat tarafında menfi bir durum beklemiyoruz. Düşük tarife uygulanan ülkeler arasında olmamız hasebiyle bu muhataralı dönemi birçok ülkeye kıyasla daha kolay atlatacağımıza inanıyoruz. İş dünyamız müsterih olsun.
Vatandaşlarımız gönüllerini ferah tutsun. Özellikle orta ve uzun vadede Türkiye'nin benzer ülkelere göre daha az etkilenmesini, daha güçlü büyüme sergilemesini öngörüyoruz. Bunun da dört temel sebebi bulunuyor.
Öncelikle ihracatımızın yüzde 62'sini serbest ticaret anlaşmamız olan ülkelerle gerçekleştiriyoruz. Dahası, dünya borç batağında yüzerken bizim toplam borçluluğumuz milli gelirimizin sadece yüzde 93'ü gibi çok düşük seviyede seyrediyor. Ayrıca gelişmiş ülkeler yaşlanırken Türkiye çalışma çağındaki genç ve dinamik iş gücüyle farklı bir konumda yer alıyor.
Son olarak güçlü altyapımız, üretim çeşitliliğine sahip imalat sanayimiz ve hizmetler sektöründeki yüksek potansiyelimizle pozitif ayrışıyoruz. Yani her bakımdan umut veren, güven veren bir hikayeye sahibiz. Uygulamakta olduğumuz makroekonomik istikrar ve reform programıyla da bu hikayeyi büyük bir avantaja dönüştürmüş durumdayız.
Ekonomi programımızın önceliği olan dezenflasyon süreci devam ediyor. Yıllık enflasyon 10 aydır geriliyor. Mart enflasyonu yüzde 38,1 olarak gerçekleşti. Para politikasının gecikmeli etkisi, kamu maliyesinin daha güçlü desteği ve arz yönlü reformlarla enflasyondaki düşüş sürecektir. Maliye politikasında disiplinli duruşumuzu muhafaza ediyoruz. Geçen yıl başlattığımız harcama disiplini ve tasarruf tedbirleri bu yıl da devam edecek.
Dış dengede güçlü bir iyileşme var. Brüt dış finansman ihtiyacımız azalıyor. 2023 Mayıs'ında 55,1 milyar dolar olan cari açık, ocakta 11,5 milyar dolara geriledi. Petrol fiyatlarındaki düşüş de lehimizedir. Cari açığın kapanmasına katkıda bulunacaktır.
Büyüme dengelenirken istihdam tarafında oldukça güçlü bir performans gösteriyor. Şubat ayında işsizlik oranı 2012'den bu yana en düşük seviye olan yüzde 8,2'ye indi.
İhracat tarafında da hamdolsun işler yolunda gidiyor. 28 Mart Cuma günü 2 milyar 65 milyon dolarlık günlük mal ihracatıyla Cumhuriyet tarihimizin en yüksek ikinci günlük ihracatına ulaştık. Mart ayında ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre yüzde 3,2 artarak 23,4 milyar doları buldu. Böylece 12 ayda yıllıklandırılmış ihracatımız 263,4 milyar dolara yükseldi.
Merkez Bankamızın brüt rezervleri toplam 156,5 milyar dolarla güçlü görünümünü koruyor. Geçen hafta Türk ekonomisinin gücünü test etme imkanı bulduk. Muhalefetin ekonomimize zarar verme girişimlerini boşa çıkardık. Milletimiz sırf yolsuzluklarını gözlerden kaçırmak için ülkesine ve milletine kasteden kifayetsiz muhterislerin boykot çağrılarına prim vermedi.
Gezi olaylarında 'tüketmeyin, ekonomi dursun' çağrıları nasıl çapulcuların ellerinde patladıysa, CHP'nin boykot çağrısına da millet itibar etmedi. Yani boykotçular bizzat vatandaşımızdan boykot yedi. Türkiye ekonomisini batıracaklarını zannedenler bir kez daha avuçlarını yaladı, kös kös oturmak zorunda kaldı.
Muhalefetin tüm kumpaslarına, tuzaklarına, tüm tahriklerine rağmen biz Türkiye'yi büyütüyor, Türkiye'yi hedeflerine doğru yaklaştırıyoruz.
19 Mart'tan bu yana siyaset sahnesinde çok farklı bir oyun oynanıyor. Bütün Türkiye son 20 gündür bir tiyatro izliyor, izliyoruz. Daha doğrusu hisseli harikalar kumpanyası izliyoruz. Oyunun yazarı CHP'liler. Oyunun kurgucusu CHP'liler. Oyunun figüranları CHP'liler. Sahne CHP'nin sahnesi. Perdeyi açan CHP, kapatan CHP.
Bilinmeyen tek bir şey vardı. O da bu orta oyununun kavuğunun kimde olduğuydu. Şimdi hafta sonu yaptıkları baskın kurultayla kavuk Sayın Özel'in başına geçmiş oldu. Ancak 20 gündür oynanan bu tuluattan bir türlü anlayamadığımız, sahne ışıklarının sahneye değil bize doğrultulmuş olmasıdır. Dikkatinizi çekiyorum. Oyunu yazan onlar, oyunu sahneleyen onlar, çalıp çırpan onlar, İstanbul'da Escobar düzeni kuranlar onlar, paylaşım kavgası veren yine onlar.
Şikayeti yapan onlar, tanıklığı yapan onlar. Savcıların kapısında ihbar sırasına giren yine onlar. Ama zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışanlar da onlar. Üzerindeki bütün kiri, pası, lekeyi, çamuru bizim üzerimize sıçratmak için olmadık taklalar atanlar da aynı şekilde onlar, yine CHP'liler. Hayırdır? CHP olarak siz bizi gözünüze far tutulunca donup kalan tavşan mı zannettiniz?
Kusura bakmayın. Kendi iç tartışmalarınızın bedelini, faturasını ne bize ne de millete ödetemezsiniz. Sizin kavuk tartışmanız bizi hiç ama hiç ilgilendirmez. Sizin iç hesaplaşmanız bizi zerre kadar alakadar etmez. Şimdi çıkmışlar, yok şu gözaltına alındı, yok bu tutuklandı, yok onu serbest bırakın. Başınıza ne geldiyse sizin kavuk sevdanız yüzünden geldi.
Sizin koltuk hırsınız, sizin dizginlenemez kibriniz, bundan dolayı geldi. Sizin açgözlülüğünüz yüzünden geldi. Kendiniz ettiniz, kendiniz buldunuz. CHP'yi bu bataklığın, bu mafya düzeninin içine siz soktunuz.
Kendi içinizdeki meseleyi örtmek için de sokakları ateşe veren sizsiniz. Gençleri öne sürüp belediye binalarına saklanan sizsiniz. Gençleri kışkırtan, polisle çatıştıran sizsiniz. O gençlerin eğer hayatları karardıysa o hayatları karartan da CHP olarak yine sizsiniz.
Tarih boyunca hep bunu yaptınız. Sandıkta kazanamayınca gençleri sokağa döktünüz. Onların kavgalarından, çatışmasından, hatta onların akan kanından kendinize rant devşirdiniz. Bu ülkenin pırıl pırıl gençlerinin omuzlarına basarak, onları çiğneyerek, onları bozuk para gibi harcayarak kariyer basamaklarını tırmandınız.
Çoğu zaman koskoca bir hiç uğruna bu ülkenin çocuklarını feda ettiniz. Sonra da utanmadan, sıkılmadan çıktınız, hep başkalarını suçladınız. Her zaman yaptığınız bu, kurtla avladınız, çobanla yediniz, sonra sürünün sahibiyle oturup timsah gözyaşları döktünüz.
Buradan soruyorum: Bugün sürekli üzerinde tepindiğiniz Deniz Gezmiş'i sahaya süren siz değil misiniz? Meclis'te oylamadan kaçarak idamını onaylayan siz değil misiniz? İdamını izleyen, güya mezarı başında gözyaşı döken siz değil misiniz? Tüm bunlardan sonra utanmanız gerekirken, işinize her geldiğinde Deniz Gezmiş'i kullanan siz değil misiniz?
Sadece Deniz Gezmiş'e değil, Sabahattin Ali'ye bakın, Nazım Hikmet'e bakın. Aynı riyakarlığı, aynı nebbaşlığı orada da görürsünüz. Şimdi de bir yandan gençleri sokağa çağırıyor, kışkırtıyor, küfrettiriyor, polise saldırtıyorsunuz. Sonra utanmadan timsah gözyaşları döküyorsunuz. Kusura bakmayın ama bu ülkenin gençlerini size yedirtmeyeceğiz, kullandırtmayacağız!
Gençleri yolsuzluklarınıza paravan yapmanıza müsaade etmeyiz. Kabul etmek istemeseniz de bu orta oyunları artık bayatladı. Millet bu tiyatroyu izlemiyor. Millet, CHP'nin bu senaryolarına dönüp de prim vermiyor. Kendiniz çalıyor, kendiniz oynuyorsunuz.
Burada şunu da size hatırlatmak isterim: Güvendiğiniz dağlara da çoktan karlar yağdı. Medet umduğunuz, önünde eğilip büküldüğünüz Batılı aktörler sizi terk edeli çok oldu. Son bir umutla aradığınız numaralar ya kapalı ya sizi engelledi ya da kapsama alanı dışına çıktı. Kimse sizi umursamıyor, değer vermiyor, yalanlarınıza kimse kanmıyor.
Çok büyük bir çaresizlik içindeler. Üç haftada tüm itibarlarını kaybettiler. Milletin nazarında rezil rüsva oldular. Batılı efendilerinden de hiçbir destek göremediler. Boykot çağrıları deseniz, biraz önce de ifade ettim, ekonomiyi değil, bumerang gibi döndü CHP yönetimini vurdu. Yani kelimenin tam anlamıyla tüm cephelerde bozguna uğradılar. Şimdi bize sataşarak, partimize ve ittifak ortağımıza edepsizce hakaret ederek yaşadıkları hezimeti unutturmaya çalışıyorlar.
Aslında hiç cevap vermeye değmez ama gençler bunları bilsin. Gençler, CHP'nin tarihini öğrensin. Ne diyor Özgür Bey? CHP diyor, istese tek parti olarak devam edecekken demokratik seçimlerle ülkeyi tanıştıran parti CHP. Lütuf buyurdunuz. Ardından haddini daha da aşarak bizi cuntacılıkla itham ediyor.
Şimdi bakın değerli kardeşlerim, sevgili gençler, buraya özellikle sizin için dikkat çekiyorum. CHP'nin ikinci Genel Başkanı malum, İsmet İnönü. Koltuğu çok severdi. CHP'deki koltuğunu 1972 yılında, 88 yaşındayken, o da isteyerek değil, Bülent Ecevit karşısında kaybedince bıraktı. 1930 yılında ilk çok partili siyaset denemesinde koltuğu öyle bir sallandı ki, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nda üç ay tahammül edebildi, sonra o partiyi kapattırdı.
1946'da kendi isteğiyle değil, gönüllü olarak değil, bakın altını çizerek söylüyorum, yoğun uluslararası baskılar nedeniyle çok partili hayata geçmek zorunda kaldı. Buna mecburdu. Başka çaresi, başka yolu yoktu. Şimdi o mecburiyeti sanki lütufmuş gibi kibirle milletin yüzüne vuruyorlar.
1950'de Türkiye'deki ilk şeffaf seçimde CHP iktidardan uzaklaştırıldı ve o günden bugüne tek başına iktidara gelemedi. Peki CHP iktidara gelemeyince, sandıktan çıkamayınca ne yaptı? 27 Mayıs cuntasının taşlarını döşedi.
CHP ülkenin ayarlarını öyle bozdu ki, 1961, 62, 63, 69, 1971 yıllarında cunta girişimleri oldu. 12 Mart muhtırasını alkışladılar, 27 Aralık 1979 muhtırasına ve 12 Eylül cuntasına giden yolu açtılar, 28 Şubat darbesine alenen alkış tuttular, bizim yırtıp çöpe attığımız 27 Nisan bildirisinin arkasında durdular.
Sokaklara çıkıp “Ordu göreve!” diye gösteriler yaptılar. 17-25 Aralık darbe girişiminin, Gezi kalkışmasının aktörü oldular. 15 Temmuz'da tankların önünden kaçıp televizyon karşısında keyifle kahvelerini yudumladılar.
Türkiye'deki her darbenin, her darbe girişiminin, her muhtıranın, her cuntanın taşlarını döşediler, davetiyesini yazdılar, arkasında durdular, alkışladılar, darbecilerin sırtını sıvazladılar.
CHP Genel Başkanı'na kendi tarihini iyi okumasını tavsiye ediyorum. CHP Genel Başkanı'na, şayet biraz cesareti varsa, vesayet lekeleriyle adeta katrana dönmüş kirli geçmişiyle yüzleşmesini öneriyorum.
Sayın Özel, 1950'den bu yana sandıkta yoksunuz. Millet size yetki vermiyor ve siz 1950'den bu yana cuntalardan medet umuyorsunuz. Denklem gayet basit: CHP demek cunta demektir. Cunta demek CHP demektir.
CHP sadece yolsuzluğun değil, aynı zamanda bu ülkede darbeciliğin de kitabını yazmıştır. Bakın açık ve net ifade ediyorum: Eğer o hakaret ettikleri, o tehdit savurdukları bağımsız yargı olmasaydı, şu anda bile CHP kendi içinden çıkan cunta yönetiminin esiri olacaktı.
Siz yatın kalkın yargıya dua edin ki sizi kendi içinizden çıkan cuntadan onlar kurtardı. CHP tam olarak işte budur. CHP'nin ülkenin meseleleriyle işi olmaz. CHP'nin vizyonu yoktur, planı, programı, ufku yoktur. CHP milletle ve milletin iradesiyle ontolojik sorunları olan bir partidir. CHP'nin özgürlük anlayışı sadece kendileri için, bir avuç seçkin içindir. CHP faşizmin vücut bulmuş, ete kemiğe bürünmüş halidir.
Geçen hafta neler yaşandığını hep beraber gördük. İbretle takip ettik. Sessiz kaldı diye, açıklama yapmadı diye, bizim istediğimiz ölçüde destek vermedi diye sanatçılara, medya kuruluşlarına, yerli şirketlere baskı yaptılar. Yıllardır yol yürüdükleri ekran yüzlerini, sırf istedikleri kadar bağırmadı diye adeta linç ettiler. Bunun adı nedir? Bunun adı en ilkel, en barbar haliyle faşizmin ta kendisidir.
Faşizm, söyleyeni susturmaktan ziyade susanı konuşmaya zorlayan zorbalıktır. Daha iktidar umudu yokken bunu yapanlar, ezkaza ellerine yetki geçse neler yapar, varın siz düşünün. Bakın açık açık söylüyorum, cirimleri kadar yer yakarlar.
Ne sokak hareketleri, ne kışkırtmalar, ne tehditler, ne boykot adını verdikleri linç listeleri, Allah'ın izniyle bunlarla hiçbir yere varamazlar, varamayacaklar. Eski Türkiye artık yok. Anarşiyle sokaklarını teslim aldığınız Türkiye çok eskilerde kaldı. Üniversitelerini işgal edip öğrencileri, hocaları esir aldığınız Türkiye kötü bir hatıra olarak artık geçmişte kaldı.
Ticareti, üretimi kilitlediğiniz günler çok gerilerde kaldı. Sanatçıya, gazeteciye, yazara, medyaya, arkanıza aldığınız vesayet kurumlarıyla parmak salladığınız, ayar çektiğiniz Türkiye tarihte kaldı.
Yabancı diplomatların arabalarından atları çözüp o arabaları kendiniz de çekseniz, size bir kuru teşekkür reva görecek konjonktür bir daha geri gelmemek üzere tarihin çöplüğüne atıldı. Sayın Özel, artık sadece millet var, milletin muazzez iradesi var.
Firariler yakalanıp yargıya teslim edildikçe dananın kuyruğu asıl o zaman kopacaktır. İstanbul merkezli yolsuzluk çarkı ortaya çıktıkça bunların milletin yüzüne bakacak hali kalmayacak.
Yarın DEM Parti heyetini kabul edeceğim. Terörsüz Türkiye hedefi irademizi teyit edeceğiz.”
SANAYİ HABER AJANSI