Döngüsel Ekonomi Türkiye için Yeni Bir Paradigma Olabilir mi?

Yayınlama: 01.12.2025
2
A+
A-

Bazen iş dünyasında öyle kavramlar karşımıza çıkar ki, ilk bakışta bir “trend sözcük” gibi görünür; ama biraz durup üzerinde düşündüğümüzde aslında geleceğin ta kendisi olduğunu fark ederiz. Türkiye’de geçtiğimiz günlerde düzenlenen “Döngüsel Ekonomi Haftası” da tam olarak böyle bir hatırlatmaydı. Bana göre bu etkinlik, iş dünyasına sessiz ama güçlü bir mesaj verdi:
“Artık büyümenin yönü değişti. Kaynakları tüketerek değil, değerleri döndürerek ayakta kalacağız.”

Döngüsel ekonomi kulağa teknik bir kavram gibi gelebilir, bunu kabul ediyorum. Ama işin özü aslında çok basit:
Bir ürünün ömrünü mümkün olan her aşamada uzatmak, atığı azaltmak ve kaynakları yeniden ekonomiye kazandırmak.
Yani tüketip kenara atmak yerine, akıllıca tekrar değer üretmek.

Türkiye’de iş insanları olarak hepimizin yaşadığı bir gerçek var: Hammadde fiyatları artıyor, tedarik zincirleri kırılgan, lojistik maliyetler dalgalı, müşterinin beklentisi ise her zamankinden yüksek. Döngüsel ekonomi tam bu noktada bir çevre projesi olmaktan çıkıp iş modelini güçlendiren bir rekabet stratejisine dönüşüyor.

Bugün birçok şirket, döngüselliği hâlâ “geri dönüşüm” ile karıştırıyor. Oysa işin kalbi çok daha büyük bir yerde atıyor: tasarım masasında.
Asıl soru şu olmalı:
“Bir ürünü en başından öyle tasarlayabilir miyiz ki, atık neredeyse hiç oluşmasın?”

İşte döngüsel ekonomi tam olarak bu sorunun peşinden gidiyor. Atığın aslında “kaybolmuş değer” olduğunu kabul ettiğinizde, ürünün ham maddesinden paketlemesine, kullanım süresinden geri dönüşümüne kadar tüm döngü baştan aşağı değişiyor.

Bu dönüşümün Türkiye için neden bu kadar kritik olduğuna gelince…

Çünkü döngüsel ekonomi, yalnızca çevreyi korumak değil, aynı zamanda; maliyetleri azaltmak, verimliliği artırmak, işletmeyi dış risklere karşı dayanıklı hale getirmek, tedarik zincirindeki kırılmaları azaltmak, markanın güvenilirliğini güçlendirmek, anlamına geliyor.

Kısacası döngüsel ekonomi, bugünün dalgalı ekonomik ortamında şirketlere nefes aldıran bir model.

Üstelik dönüşümün sadece teknolojiyle değil, zihniyetle başladığını düşünüyorum. Çalışanların süreçleri yeniden sorguladığı, yöneticilerin “daha azla daha fazlasını yapmayı” hedeflediği, liderlerin ise işin sosyal ve çevresel etkilerini hesaba kattığı bir düzen…
Bu bakış açısı değiştiğinde işletmenin DNA’sı da değişiyor.

Dünya bu yolda çoktan ilerliyor. Avrupa döngüsellik kriterlerini regülasyonlara bağlıyor, Asya ülkeleri kaynak verimliliğini merkeze alıyor, global markalar tedarikçilerine sürdürülebilirlik raporları zorunlu kılıyor. Bizim için soru artık “Girecek miyiz?” değil, “Ne kadar hızlı uyum sağlayacağız?”

Türkiye’nin üretim gücü, genç iş gücü ve coğrafi avantajı zaten ortada. Şimdi bu avantajı kalıcı başarıya dönüştürecek olan şey, kaynağı değil, değeri döngüye almak.

Belki de kendimize şu soruyu sormalıyız:
“Dünyanın tükettiğini biz ne kadar daha tüketerek var olabiliriz?”

Cevap belli.
Gelecek; israfın değil, aklın döndüğü yerde.
Ve Türkiye bu dönüşümün tam merkezinde yer alma potansiyeline sahip…

 

Kaynak: Sanayi Haber Ajansı

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.