İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), Avrupa İşletmeler Ağı Projesi – Avrupa Birliği (AB) Seminerleri kapsamında, düzenlediği AB’nin Kritik Hammaddeler Yasası: Kapsamı ve Yeni Kurallarına ilişkin sanayicilere yönelik bilgilendirme paneli İSO Fazıl Zobu Meclis Salonu’nda gerçekleştirildi.
İSO Genel Sekreteri Haktan Akın’ın açılış konuşmasını yaptığı panelin moderatörlüğünü Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı Dr. Bahadır Kaleağası üstlenirken Bilgi Üniversitesi DTÖ Kürsüsü Dr. Öğr. Üyesi N. Pınar Artıran, Straife AB Direktörü Cecilia Thorn, ve Türkiye Kritik Ham Madde İnisiyatifi Kurucusu Sait Uysal ve İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri (İMMİB) Genel Sekreteri Dr. Selahattin Armağan Vurdu konuşmacı olarak yer aldı.
Gerek dünyanın geleceğini gerek de Türkiye’nin, AB ile ticari ilişkilerini etkileyebilecek bu yasaya ilişkin farkındalık düzeyinin gelişmesi ve değişimlere daha hızlı uyum sağlanması amacıyla düzenlenen paneli çok sayıda ilgili sektör temsilcisi ilgiyle takip etti.
İSO Genel Sekreteri Haktan Akın, panelin açılışında yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi:
“Avrupa Birliği, “kritik ve stratejik” olarak nitelendirilen hammaddelerin güvenli ve sürdürülebilir bir şekilde tedarik edilmesini sağlamayı hedeflemektedir. Öte yandan rezerv açısından oldukça kısıtlı imkânlara sahip olduğu için Çin, Rusya, Brezilya, Güney Afrika ve Arjantin gibi ülkelere karşı olan bağımlılığını, “stratejik özerklik” hedefi kapsamında, olabildiğince azaltmak niyetindedir. Avrupa Birliği bu doğrultuda, bir yandan söz konusu ülkelerle yoğun bir diplomasi trafiği gerçekleştirirken, diğer yandan tedarikçi ülkelerle ticari anlaşmalarını “kritik hammaddeler” hususuna temas eden bir yaklaşımla güncellemektedir.
Ancak AB’nin yasayla birlikte aldığı önlemler arasında en dikkat çekenleri, yerel üretimin canlandırılması ve geri dönüşüm yoluyla hammaddelerin yeniden değerlendirilmesi amacına hizmet eden önlemlerdir. Kısaca Avrupa Birliği; mümkün olan en kısa süre içerisinde kritik ve stratejik hammaddelerde dışa bağımlılığını azaltmak, tedarik zincirinde çeşitliliği sağlamak ve yerel üretimi teşvik etmek niyetindedir. Bu gelişme şüphesiz ki, AB’nin tedarik zincirinde ve kritik hammaddeler listesi içinde yer alan borun %99’unu, antimonun %63’ünü ve feldspatın %51’ini karşılayan ülkemiz için büyük bir önem arz etmektedir. Öte yandan bu süreç, doğru değerlendirilebildiği takdirde yenilenebilir enerji kaynaklarını artırmayı ve elektrikli araç üretiminde önemli bir merkez olmayı amaçlayan ülkemiz için ciddi fırsatlar da barındırmaktadır.”
Açılış konuşmasının ardından etkinlik Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı Dr. Bahadır Kaleağası moderatörülüğündeki panel ile devam etti. Kaleağası, panelin açılışında kısa bir konuşma yaptı ve özetle şu ifadeleri kullandı:
“Çok önemli bir dönemde yaşıyoruz. O da Avrupa Birliği standartları, Avrupa Birliği politikalarının günlük yaşamda ve de tabi şirket yaşamımızda kurumsal yaşamda bize neyi ifade ettiği konusunda tabi yerden sonra daha geniş bir çerçeve oturdukça anlam bulacaktır. Özel bir şey çünkü dünyada sadece Avrupa Birliği ve Türkiye yok. Genel gezegen safında baktığımızda en çok konuşulan konu artık iş dünyasının jeopolitik düşünmesi gerekiyor. Artık iş dünyasının jeostratejik bir çerçevede düşürmesi gerekiyor. Fakat bu jeostratejik çerçeve, jeopolitik akıl artık bir genel kültür meselesi değil, bunların şirketlerin günlük yaşamıyla bağdaştırabildiğiniz zaman, bunları kurumsal yaşamda bir noktada bir anlam verebildiğimiz zaman ancak bir yere gidebiliriz. Yoksa teorik olarak ne yazık ki havada kalır.”
Bilgi Üniversitesi DTÖ Kürsüsü Dr. Öğr. Üyesi N. Pınar Artıran panelde şunları söyledi:
“Bu konuya hukukçu olarak bakacağım çünkü her şey regülasyonla ilgili. Tıpkı Yeşil Mutabakat gibi bu yeni kritik hammaddeler yasasında da her şey regülasyonlarla ilgili durumda. 2023 yılında IMF’nin yayınlamış olduğu rapor gösteriyor ki dünya genelinde kritik hammaddeler konusunda dünya çapında ciddi bir yarış olduğunu gösteriyor. Ayrıca rapor bizlere, kritik hammaddeler olarak nitelendirdiğimiz lityum, nikel ve kobalt gibi maddeler konusunda hiçbir ülkenin tek başına bu yükün altından kalkamayacağını gösteriyor. Özellikle bugünlerde gerçekleşen Davos Dünya Forum’unda en çok öne çıkan konu iş birlikleri konusu oldu. Örneğin lityum özelinde bakacak olursak bugün hayatımızın olmazda olmazı birçok teknoloji ürününde bulunuyor ve özellikle 20250 yılında bu hammaddeye talebin artması öngörülüyor. Eğer bu tip hammaddelere sahip değilseniz artık endüstrileşmenin giderek zorlanacağı bir döneme doğru yol alıyoruz. Covid döneminde hayatımıza yakın dostlarla ticaret kavramını getirdi ve AB’de örneğin Endonezya, Çin gibi kritik hammaddeler konusunda zengin ülkelere bağımlılığını azaltmayı hedefliyor.”
İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri (İMMİB) Genel Sekreteri Dr. Selahattin Armağan Vurdu da panelde şunları belirtti:
“Kritik hammaddeler konusunda makro bir düzeyde bakacak olursak; ülkelerin dünya ekonomisinde nerede olacaklarını ve bu yönde belirleyecekleri politikaların belirleyecek bir konu diyebiliriz. AB’nin bölge olarak ekonomik büyüklüğüne baktığımız zaman 100 trilyon dolarlık dünya gayrisafi mili hasılasının %16’sını temsil eden bir gruptan söz ediyoruz, dünya ticaretinin %14-15’ini temsil eden 450 milyonluk nüfustan bahsediyoruz. Ayrıca dünya karbon salımı konusunda da baktığımızda %70’i temsil etmektedir. Türkiye’nin ihracatının %40’ını AB’nin oluşturuyor olmasından dolayı ortaya koyula her mevzuat bizi yakından ilgilendiriyor. 2019 pandemi ve sonrasında yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı tedarik zincirlerinin kırılmasına sebep oldu. Burada özellikle enerji konusunda çıkan darboğaz Avrupa’nın enerji konusunda kendini güven altına almak istemesine neden oldu ve Yeşil Mutabakat sanayi planını açıkladı. Başta söylediğim gibi kritik hammaddeler konusu her ülke için kritik bir karar verme süreci olduğunu söyledim. Ancak bu noktada da belki yine bir küresel manada Avrupa’nın iklim liderliğine giriştiğini de belirtmek isterim. Buna Bir küresel okuma diyebilirsiniz ve Avrupa’nın aldığı birçok inisiyatifin de dünya pazarlarında, dünya ticaretinde bir takım şeyleri zorladığını ve rekabetçilik mevzusunda da şirketlerimizin gerçekten kendi süreçlerini, kendi yapılanmalarını da gözden geçirmeleri gerektiği bir dönemdeyiz.”
Straife AB Direktörü Cecilia Thorn yapılan düzenlemelere ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bu düzenleme ilginç bir konu. Kritik hammaddeler yasası, ABD’nin enflasyon azaltma yasasına yönelik bir yanıt olarak nitelendirilebiliriz. Bu yasa ile AB, kritik hammaddeler meselesinde Çin’e olan bağımlılığını azaltmasıyla da ilgilidir. Yeşil Mutabakat’ın da ana hedeflerinden birisi de AB’ye yatırım çekmek ve yeni yeşil ekonomiye geçiş yapmaktır. Çünkü ABD’nin Enflasyonu Azaltma Yasası’nın AB Yeşil Mutabakat’a göre finansman açısından daha cazip olduğu, düzenleme, planlama ve işlemeyi AB’ye göre daha fazla azaltıığı göz önünde bulundurulduğunda özellikle de AB menşeili şirketlerin özellikle yeşil ekonomi konusundaki yatırımlarının ABD’ye kayacağı endişesi var. Yani tüm bu önlemler, uluslararası şirketleri Avrupa’ya yatırım yapmaya çekmek amacını taşıyor. bu, kritik hammadde, enerji ihtiyacı ve diğer tür ihtiyaçlar söz konusu olduğunda, aslında Çin’e olan bağımlılığın azaltılması ve belirli ülkelere olan stratejik bağımlılığın azaltılmasıyla ilgilidir. Böylece Avrupa tek bir bölgeye, tek bir ülkeye bağlı kalmayacak. Yani bu çerçevede Avrupalı olmayan şirketler için de elbette fırsatlar bulunuyor.”
Türkiye Kritik Ham Madde İnisiyatifi Kurucusu Sait Uysal paneldeki konuşmasında şunları söyledi:
“Dördüncü endüstri devrimini yaşadığımızı düşünüyorum. Neden dördüncü endüstri devrimi? 18. Yüzyıla kadar dünyanın ortalama büyümesi veya ülkelerin ortalama büyümesi %6 civarı. 20. yüzyıla geldiğimiz zaman örneğin Amerika’yı örnek veriyorlar 32 yılda 2 katına çıkmış. Bir ülkenin 2 katı büyümesi, bir önceki dönemde 12 yüzyıl sürüyormuş. Dolayısıyla hızlı büyümenin gerçekleştiği dönemlere endüstri devrimi diyoruz ve genelde bunlar da bazı sonuçlar doğurmuş. En temel sonuç da gücün el değiştirmesi gibi. Şimdi içinde bulunduğumuz durum da böyle bir şey. Çin bu konuda 1990’lardan beri başlattığı go out stratejisi, 2015’te made in China 2025 stratejisiyle resmen diğer batılı ülkelere tur bindirdi. Diğer batılı ülkeler de buna karşılık özellikle Amerika Birleşik Devletleri Enflasyonu Azaltma Yasası ile bunlara müthiş bir havuç, yani promosyonlar verdi. Bu kapsamda firmalara 120 milyar doların üzerinde destek sağlanmış. Şimdi bu sefer doğu batı arasındaki çatışmada bu sefer Batı-Batı arasında ayrı bir cepheleşme oldu çünkü büyük Avrupalı markalar biler Avrupa’da mı kalayım yoksa Amerika bu kadar para dağıtıyorken operasyonlarımı o tarafa mı kaydırayım demeye başladı. Bu noktada AB’nin buna bir cevap vermesi gerekiyordu ve şu an bir dönüşümün içerisindeyiz. Bu güç Doğu’ya da kayabilir, Batı’ya da kayabilir. Batı burada güçlü kalmak isteyecek ve elindeki finansman kaynaklarını kullanacaktır.”
Düzenlenen panelin ardından etkinlik katılımcıların panelistlere yönelttiği sorularla devam etti. Panelistlerin gelen soruları yanıtladığı, soru-cevap bölümünün ardından etkinlik sona erdi.
Kaynak: SANAYİ HABER AJANSI