İMALAT SANAYİSİ ALTI AYDAN BU YANA DÜŞME EĞİLİMİNDE

Yayınlama: 18.09.2024
34
A+
A-
Sanayi Haber Ajansı İstanbul Temsilcisi Ekonomist / Yazar

İmalat sanayisinde daralma veya büyüme imalat satın alma yöneticileri ile yapılan bir nevi anket yapılarak belirlenir.

PMI, satın alma yöneticileri endeksi anlamına gelmektedir. İngilizcede Purchasing Manager indeks kelimelerinin baş harflerinden oluşmaktadır.

PMI endeksi, işletmelerin satın alma süreçlerini yöneten yöneticilerin mal ve hizmet satın alma eğilimlerini gösteren bir çalışmadır. PMI göstergesi ekonomik büyüme hesaplanırken tahminler için kullanılır ve anket şeklinde yapılmaktadır. Ayrıca PMI endeksi ülkelerin ekonomik büyümeleri hesaplanırken kullanılan en önemli ögelerden biridir.

PMI anketi işletmelerde satın alma müdürlerinin, mal ve hizmet satın alma konusunda nasıl davrandıklarını ölçümlemek amacıyla yapılmaktadır. Başka bir ifade ile PMI, sanayi sektörünün faaliyet koşullarını ölçümlemek için kullanılan endekstir.

Ankette işletme satın alma müdürlerinin belirli bir periyotta (genelde aylık) mal ve hizmet alımları konusunda ne şekilde davranacakları hakkında sorular mevcuttur. Amaç bu müdürlerin eğilimlerini incelemektir. Bu anketler, güncel, doğru ve genellikle benzersiz aylık ekonomik eğilim göstergeleri sunabilme kapasitesi sayesinde, merkez bankaları yanında, mali piyasalar ve ticari karar vericiler tarafından dünyada en çok takip edilen iş anketi unvanına sahiptir. PMI endeksleri, esas alınan ekonomi ya da sektörün faaliyet koşullarındaki değişimin nicel büyüklüğünü değil, yönünü göstermesi açısından bir eğilim göstergesi özelliği taşımaktadır.

Endekslerin hesaplanması için şirketlerin satın alma yöneticileri ile düzenlenen ankette, anket katılımcısı firmalara üretim, yeni siparişler, stok düzeyleri, istihdam, tedarikçi performansı ve fiyat trendleri gibi parametrelerin bir önceki dönemde hangi yönde geliştiği (artış/iyileşme ya da düşüş/kötüleşme) ve bir sonraki dönemde nasıl gelişmesinin beklendiği sorulmaktadır.

PMI ölçümleri ülkede sanayinin nereye gittiği hakkında bilgi verdiği için sanayi üretimi, sanayi üretim endeksinin hesaplanması konusunda da kullanılır.

Üretim azalmasının sebeplerini sıralamak gerekirse aşağıdaki gibidir.

*Hammadde ve ara mal fiyatlarında görülen yükselişler

*Yurt içinde veya dışında gelişen talep daralması

*Ülkede görülen ekonomik durgunluk

*Kredi olanaklarının sınırlı olması

*Uygulanan ekonomi politikaları şeklinde sayılabilir.

Ülkemizde imalat sanayisinin daralmasının en büyük sebebi enflasyonun yüksek seyretmesidir. Çünkü üretim faktörlerinin birleştirilerek ortaya ürün çıkarılması kolay bir işlem değildir. Gelişen teknolojiye ayak uydurabilmek için gerekli olan makine ve teçhizat yatırımının yapılması, uluslararası pazarlarda rekabet ve gelişen teknolojiye uygun ürün üretilmesi, otomasyona hız verilmesi, gerekli olan insan kaynakların ve diğer işlemlerin yapılması için AR-GE departmanının önemi tartışılmaz. Yukarıda bahsettiğim gibi yaklaşık üç yıldan bu yana yüksek enflasyonla mücadele ediyoruz ve en bariz şekilde üretim işletmeleri yüksek enflasyondan etkilenmektedir. Sürekli artan hammadde ve yarı mamul fiyatları, maaş ve ücretlerin yüksek olmasına rağmen döviz kurlarının yatay seyretmesi özellikle ihracat yapan işletmeleri son derece zorlamaktadır. Yüksek seyreden maliyetler karşısında satış fiyatlarının döviz kurlarının yatay seyretmesi nedeniyle imalat sanayi azalma eğilimindedir. Dolayısıyla ekonomik göstergeler de üretim azlığı nedeniyle olumsuz gelişebilir.

Yerli piyasada çalışan işletmeler için de benzer sebepler geçerli olabilir. Çünkü yükselen üretim maliyetlerini her zaman satış fiyatlarına yansıtmak mümkün değildir. Hiçbir malın fiyatının alıcı veya satıcı belirleyemez. Ancak alıcı ile satıcının ortak noktada buluşması gerekir. Rakiplerin izlediği politikalar, ülkenin ekonomik durumu, hedef kitlenin beklentileri gibi nedenlerle üretici veya satıcı her zaman fiyat artırımına gidemeyebilir.

Ülkemizde imalat sanayisinin gerilemesinde en büyük etkenlerden biri de politika faizlerinin uzun süre ısrar edilen yanlış para politikasından sonra zorunlu olarak yükselmesidir. Son beş aydan bu yana sabit kalan kredi faizleri, sanayi kredilerinin de doğal olarak yükselmesine sebep olmuş, krediye ulaşmanın zorluğundan ziyade maliyetlerin yüksek olması kredi kullanımımı azaltmış, bu durum da üretim azalmasına yol açmıştır. Daha da ötesi bazı işletmeler çıkan işçinin yerine tekrar personel almadan küçülme yoluna gitmişler hatta konkordato ve iflas durumları başlamıştır. Üretime en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde bu tür olumsuzlukları yaşamamız ülke ekonomisi açısından olumsuz gelişmedir.

Ağustos ayı enflasyon oranı yıllık %51,97 olarak TÜİK tarafından açıklandı. Tabii ki TÜİK verilerinin gerçekle ilgisi olmadığı bilinen bir gerçektir. Çünkü hesaplamalarda baz aldığı fiyatlar komik denecek kadar hatalı ve piyasaya göre akıl almaz şekilde uzaktır.

Günümüzde politika faizi %50, enflasyon oranı %51,97 oluğuna göre politika faizlerinin düşürülmesi son derece mantıklı olacaktır. Bunun için 19 eylülde yapılacak merkez bankası para politikası kurulu toplantısında en az 250 veya 500 baz puan faiz indirimine gidilmesi beklenebilir. Çünkü ülkede üretime en çok üretime ihtiyacımız olan bir dönem yaşıyoruz. Üretimin yükselmesi ise kredi faizlerinin düşmesi ile mümkün olacaktır.

Orta vadeli planda öngörüldüğü gibi enflasyon düşmeye devam ettiği sürece politika faizleri de düşmeye devam edecek ve sanayicinin önü açılacaktır ve işsizlik oranı da azalacaktır. Ancak enflasyonun düşmesinin de son derece zor olduğunu unutmayalım.

Reuters ajansının haberine göre;

İmalat sanayisinde ağustosta daralma devam etti

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat Sanayi Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI), ağustosta sınırlı yükselerek 47,8 değerini aldı, böylece endeks daralmanın sürdüğüne işaret etti.

İmalat sanayi satın alma yöneticileri endeksi (PMI) ağustos ayında 47,8’e yükselerek imalat sektöründe daralmanın sınırlı olarak azalsa da devam ettiğine işaret etti.

 

Yılın 3. çeyrek döneminin yarısı geride kalırken talepteki zayıflık devam etti. Yeni siparişler temmuz ayına kıyasla bir miktar iyileşse de hâlâ yüksek hızda azalmaya devam etti. Talebe paralel olarak üretim, istihdam ve satın alma faaliyetleri de geriledi.

Girdi stoklarında bir yılın en büyük düşüşü görülürken, girdi maliyetleri keskin bir şekilde artmaya devam etti ve imalatçılar nihai ürün fiyatlarını bir önceki aya kıyasla daha hızlı artırdı.

 

İstanbul Sanayi Odası (İSO) için S&P Global tarafından derlenen imalat PMI, Temmuz’da kaydedilen 47,2 seviyesinden 47,9’a yükselse de üst üste dördüncü ayda da büyüme ile daralmayı birbirinden ayıran 50’nin seviyesinin altında kaldı. Sektörün içinde bulunduğu koşullar nisandan bu yana zayıflamayı sürdürüyor.

YENİ SİPARİŞLERDE DARALMA 14. AYDA DA SÜRDÜ

Yeni siparişlerdeki daralma zorlu piyasa koşulları nedeniyle ağustosta da devam etti. Yeni siparişler alt endeksi ağustosta 44,3’ten 46,7’ye yükselse de daralma 14. ayına girdi. Yeni ihracat siparişleri alt endeksi 47,5’den 50,5’e yükselerek Haziran 2023’ten bu yana ilk defa büyüme kaydetti.

İmalatçılar talepte devam eden zayıf koşullara paralel olarak üretim, istihdam ve satın alımları azalttı. Üretim alt endeksi Ağustos’ta 46,5’ten 46,2 seviyesine geriledi. Fiyat baskıları da üretimdeki yavaşlamayı kuvvetlendiren bir diğer unsur oldu ve Kasım 2022’den bu yana en belirgin yavaşlama kaydedildi.

İstihdam alt endeksi Ağustos’ta 48,2’den 48,6’ya yükselmesine karşılık istihdamda azalmanın devam ettiğini gösterdi.

Girdi maliyetleri, temmuz ayına kıyasla daha düşük olsa da belirgin bir hızda artmaya devam etti. TL’deki zayıflık girdi fiyatlarının artmasına neden olan başlıca unsur olurken, hammadde ve lojistik maliyetlerinin de arttığı ifade edildi.

‘CESARAT VERİCİ BELİRTİLERE RAĞMEN…’

PMI verilerini değerlendiren S&P Global Ekonomi Direktörü Andrew Harker, “Türk imalatçıları, ihracata ilişkin bazı cesaret verici belirtilere rağmen ağustos ayında da yeni siparişlerde artışı sağlamakta zorlandı. Genel talep tablosundaki durgunluk üretim, istihdam ve satın alma faaliyetlerinin daha da azaltılmasına yol açarken, şirketler stok tutma konusunda da isteksizlik gösterdi” dedi.

Harker, “Ağustos ayında ihracatta görülen yeni toparlanmanın önümüzdeki aylarda güçleneceğini ve sektörün toparlanma dönemine geçmesine yardımcı olmak için daha kapsamlı hâle gelerek yayılacağını umuyoruz” dedi.

Kaynak: REUTERS

Kaynak: SANAYİ HABER AJANSI

Yazarın Son Yazıları
2024 ULUSAL EĞİTİM İSTATİSTİKLERİ GİRİŞ Türkiye’nin eğitim alanındaki gelişmeleri, ülkenin sosyoekonomik kalkınmasının en önemli göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor. Eğitimde elde edilen ilerlemeler hem bireylerin hayat kalitesini yükseltiyor hem de toplumun genel refahına büyük katkı sağlıyor. 2024 yılına ait ulusal eğitim istatistikleri, özellikle yükseköğretim mezuniyet oranları, okuryazarlık düzeyi ve ortalama eğitim süresi gibi temel parametrelerde dikkate değer değişimler olduğunu ortaya koyuyor. Bu kapsamlı analizde, 2008 yılından günümüze uzanan eğitim verileri ışığında, Türkiye’de eğitimde yaşanan gelişmelerin boyutlarını ayrıntılı şekilde ele alacağız. Ayrıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalar yaparak, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu da değerlendireceğiz. 1. YÜKSEKÖĞRETİM MEZUN ORANINDAKİ DRAMATİK ARTIŞ 2008 yılında 25-34 yaş grubundaki genç nüfusun sadece %13,5’i yükseköğretim mezunu iken, bu oran 2024 yılında %44,9’a yükselmiştir. Bu artış, Türkiye’de yükseköğretime erişimde ve tamamlamada ciddi bir dönüşümün yaşandığını gösteriyor. Kadın ve erkek nüfusun eğitimdeki ilerlemesine baktığımızda ise kadınlarda daha dikkat çekici bir gelişme gözlemlenmektedir. 2008’de kadınlarda yükseköğretim mezun oranı %12,5 iken, 2024’te %48,9’a kadar çıkmıştır. Erkeklerde ise %14,6’dan %41,1’e yükselme söz konusudur. Bu veriler, kadınların eğitim fırsatlarına erişiminin ve eğitimdeki başarılarının arttığını, cinsiyet eşitliği yönünde önemli bir yol alındığını göstermektedir. Ayrıca bu artış, iş gücü piyasasında kadınların daha aktif rol almasını da desteklemektedir. 2. TÜRKİYE VE OECD ÜLKELERİ ARASINDAKİ YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNİYETİ KARŞILAŞTIRMASI OECD’nin 2022 yılı verilerine göre, 25-34 yaş grubunda yükseköğretim mezunlarının oranı ortalama %47,4’tür. Türkiye ise %42,9 ile bu ortalamaya oldukça yaklaşmıştır. Bu, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı ilerlemenin uluslararası platformda da karşılık bulduğunun bir göstergesidir. OECD ülkeleri arasında en yüksek yükseköğretim mezuniyet oranı %69,6 ile Güney Kore’ye aitken, en düşük oran %27,3 ile Meksika’da görülmektedir. Türkiye’nin bu skalada orta-üst seviyede yer alması, eğitim politikalarının doğru yönde ilerlediğini ve genç nüfusun eğitimde daha donanımlı hale geldiğini işaret eder. 3. 25 YAŞ VE ÜZERİNDEKİ NÜFUSTA EĞİTİM DÜZEYİ Sadece genç nüfus değil, 25 yaş ve üzerindeki genel nüfusta da yükseköğretim mezun oranı son 16 yılda ciddi artış göstermiştir. 2008’de %9,8 olan bu oran, 2024’te %25,3’e ulaşmıştır. Bu, yetişkin nüfusun da eğitim seviyesinin yükseldiğini gösterir. Ortaöğretim ve üzeri eğitim düzeyini tamamlayanların oranı ise 2008’de %26,5 iken, 2024’te %49,4’e yükselmiştir. Bu da Türkiye’de genel eğitim seviyesinin her yaş grubunda arttığını, eğitimde süreklilik ve yaygınlık sağlandığını ortaya koyar. 4. ORTALAMA EĞİTİM SÜRESİ VE BÖLGESEL FARKLILIKLAR 2024 yılı verilerine göre, Türkiye’de 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama eğitim süresi 9,5 yıldır. Kadınların ortalama eğitim süresi 8,8 yıl olurken, erkeklerde bu süre 10,2 yıldır. Bu fark, eğitimde cinsiyet eşitliğine ulaşmak için atılması gereken adımların halen olduğunu göstermektedir. Bölgesel farklılıklar ise dikkat çekicidir. Ortalama eğitim süresi en yüksek olan il Ankara’dır (10,8 yıl). İstanbul, Eskişehir, Kocaeli ve İzmir gibi büyükşehirler de yüksek eğitim süresi ortalamasıyla bu listeyi takip etmektedir. Buna karşılık Ağrı, Şanlıurfa, Muş, Kastamonu ve Van gibi illerde ortalama eğitim süresi görece düşüktür (7,5 yıl ile Ağrı en düşük). Bu durum, bölgeler arası eğitim fırsatları ve erişiminde eşitsizliklerin devam ettiğini göstermektedir. Devlet politikalarının bu farklılıkları azaltmaya yönelik odaklanması önem taşımaktadır. 5. EĞİTİM SÜRESİNDEKİ SON 10 YILLIK ARTIŞ 2015-2024 yılları arasında ortalama eğitim süresinde en yüksek artış %51,6 ile Şırnak’ta gerçekleşmiştir. Bunu %42,1 ile Hakkâri, %39,9 ile Muş, %38,5 ile Şanlıurfa ve %37,3 ile Bingöl takip etmektedir. Bu illerdeki artışlar, bölgesel kalkınma çabalarının eğitim alanında da olumlu sonuç verdiğine işaret ediyor. Öte yandan, Ankara, Eskişehir, Tekirdağ, İzmir ve İstanbul gibi büyükşehirlerdeki artış oranları %13-16 arasında kalmıştır. Bu illerde zaten eğitim süresi yüksek olduğu için artış oranı daha düşük görünmektedir. 6. OKURYAZARLIK ORANI YÜKSELDİ 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2008’de %91,8 iken, 2024 yılında %97,8’e yükselmiştir. Bu oran, kadınlarda %86,9’dan %96,2’ye, erkeklerde ise %96,7’den %99,3’e çıkmıştır. Okuryazarlık oranındaki bu artış, temel eğitime erişimin yaygınlaşmasının yanı sıra, özellikle kadınlarda eğitim hakkının önemli ölçüde genişlediğini gösteriyor. Okuryazarlık, bireylerin toplumsal hayata katılımı ve ekonomik faaliyetlere dahil olması açısından hayati bir beceridir. 7. EBEVEYNLERİN EĞİTİM DÜZEYİ VE BİREYLERİN EĞİTİM BAŞARISI 2024 verileri, ebeveynlerin eğitim düzeyinin çocukların eğitim başarısı üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Annesi yükseköğretim mezunu olan fertlerin %84,4’ü yükseköğretimi tamamlamışken, bu oran babası yükseköğretim mezunu olanlarda %80,3 olarak tespit edilmiştir. Annesi ortaöğretim mezunu olanların %64,3’ü, babası ortaöğretim mezunu olanların ise %55,7’si yükseköğretim mezunudur. Ebeveynlerin daha düşük eğitim seviyesine sahip olması durumunda ise yükseköğretim tamamlama oranları belirgin biçimde düşmektedir. Bu veriler, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve ailelerin eğitim seviyesinin yükseltilmesinin, ülkenin genel eğitim düzeyini artırmada kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Türkiye’nin eğitim alanında son 16 yılda yaşadığı dönüşüm gerek genç nüfus gerekse genel nüfus açısından oldukça olumlu ve cesaret vericidir. Yükseköğretim mezun oranlarının önemli ölçüde artması, okuryazarlık oranlarının yükselmesi ve ortalama eğitim süresindeki gelişmeler, ülkemizin eğitimde ileriye doğru sağlam adımlar attığını gösteriyor. Ancak bölgesel farklılıklar, cinsiyetler arası eşitsizlikler ve ebeveynlerin eğitim seviyesine bağlı değişkenlikler gibi konular, dikkatle ele alınması gereken alanlar olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimde kaliteyi artırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına özellikle dezavantajlı bölgeler ve gruplar için hedeflenmiş politikalar önem arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı başarı, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşlarından biridir ve bu alandaki gelişmelerin takip edilmesi, ülkenin geleceği için kritik öneme sahiptir. Kaynak: TÜİK ZAFER ÖZCİVAN Ekonomist-Yazar zozcivan@hotmail.com
30.05.2025
12.09.2024
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.