SANAYİ ÜRETİM ENDEKSİ EYLÜL AYINDA DA DÜŞTÜ

Yayınlama: 26.11.2024
22
A+
A-
Sanayi Haber Ajansı İstanbul Temsilcisi Ekonomist / Yazar

Ülkelerin ekonomik göstergeleri arasında yer alan sanayi üretim endeksi, ekonomik büyüme hesaplanırken kullanılan en önemli faktörlerden biridir. Ekonomik büyüme hesaplanırken sanayi üretim endeksinin yanında ihracat, işsizlik rakamları, halkın gelir düzeyinin yükselmesi gibi faktörler de etkendir. Bu endeks ülkede tüketim ve ihracat amaçlı olarak hesaplanmaktadır.

Sanayi üretim endeksi gayri safi milli hasıla içinde en büyük paya sahiptir. Uluslararası göstergelerde takip edilen verilerden biridir ve sanayinin bütün kollarına göre ağırlık andırılması ile elde edilir.

Genel sanayi ürünlerinin üretim seviyeleri tek tek incelenerek sanayideki üretim düzeyine ait bilgiler toplanır. Ancak bu şekilde toplanan bilgiler yeterli olmayabilir. Çünkü bir ürün grubunun üretim miktarı artarken başka bir mal grubunun üretim miktarı azalabilir. İşte sanayi üretim endeksi bu problemi çözmek için devlet istatistik enstitüsü ve merkez bankasının iş birliği ile hesaplanır.

Sanayi üretim endeksi hesaplanırken ağırlıklar ülke koşullarına göre değişim gösterebilir.

Türkiye’de bu endeksi oluşturan üç ana sektör ve payları:

[İmalat Sanayi (%86,9), Elektrik Üretimi (%8,2) ve Madencilik Sektörü (%4,9)]

Şeklindedir.

Toplamda 22 alt sektöre bölünen imalat sanayi üretiminde %46,3 gibi önemli bir paya sahip olan dört ana kol şu şekilde sıralanmaktadır: Gıda (%10,64), Tekstil (%10,88), Petrol Ürünleri Sanayi (%14.48) ve Kimya Sanayi (%10.34).

Aylık sanayi üretim endeksi, yaklaşık 200 büyük işyerinden alınan ve yaklaşık 110 önemli sanayi malının üretim düzeyini tek değerde toplar. 1992 yılı üretim düzeyi 100 olarak alınmıştır. 15 ayrı sanayi dalı için de ayrı ayrı hesaplanabilen bu endeksin, tek tek sanayi dalları için yayınlanamaması, yorumu zorlaştırmaktadır.

Üç aylık sanayi üretim endeksi ise, TÜİK nun yaklaşık 2500 işyerinden, 800 mal için aldığı üretim bilgilerini kapsar ve toplam sanayi üretiminin %81’ini yansıtır.

Ülkelerin kalkınması, ihracatın artması, vergi gelirlerinin çoğalması, işsizliğin azalması ve en önemlisi dış ticaret açığının kapanmasında en önemli faktör üretimdir. Çünkü ülkede üretim kaynakları ne kadar verimli kullanırsa; ihracatı o kadar artacak, döviz gelirleri yükselecek ve dışa bağımlığı minimuma inecektir. Ayrıca üretim bol olduğu için halkın refah düzeyi yükseleceğinden yurt içinde de harcamalar artacak ve ekonomiye katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda konuya baktığımızda sanayi üretiminin ülke ekonomisinde en önemli faktör olduğu kesindir. Ancak yapılan üretimin sıradan değil; yükte hafif, pahada ağır, teknolojiye uygun ve en önemlisi üretimde kullanılan hammadde ve yarı mamulün de yerli üretim olması esas alınmalıdır. Bir başka konu da yapılan teknolojik üretim sayesinde ülkelerin kredi puanları artacağından yabancı yatırımcıların gelmesi kolaylaşacak, uluslararası arenada rekabet gücü yükselecektir.

Üretimin önemi sadece yukarıda anlatmaya çalıştıklarımla bitmediği aşikardır. Kısaca ekonomik değerlerin olumlu seyretmesinde katkısı oldukça önemlidir.

Ülkemizde üretimde kullanılan hammadde, yarı mamul ve diğer faktörlerin yüksek enflasyondan etkilenmesi sebebiyle üretim maliyetleri artarken döviz kurlarının yatay seyretmesi, ihracat yapan işletmeler için işçi çıkarma, üretimi azaltma gibi olumsuz sonuçların oluşmasına neden olmuştur. Bu yüzden altı aydan bu yana sanayi üretimi azalmış PMI oranı %50 nin altında gerçekleşmiştir. Üretimin daralmasında bir başka etken ise kredi faizlerinin yüksekliğidir. Düşük faiz politikasından geç kalınarak vazgeçilmesi sonucu faizler yükselmiştir. Ancak yılın ikinci yarısında enflasyon düşme eğilimine baz etkisiyle de olsa girdiğinden, faizler enflasyona eşitlenmiş faiz düşürme olasılığı yükselmiştir ve işte o zaman üretim firmalarının da önü açılacaktır. Çünkü kredi maliyetleri düşecektir. Ancak son yapılan vergi düzenlemeleri, elektrik ve akaryakıt zamları iğneden ipliğe her türlü ürünün fiyatına yansıyacağından yıl sonu enflasyon hedefi olan %41,5 oranının gerçekleşmesi çok zor gözükmektedir. Enflasyon ile politika faizi birbirine yakın olduğu zaman faizler düşmeye başlayacağı gerçeğinden bakarsak faizlerin düşmesi biraz daha zaman alacaktır. Bu durumda imalat sanayi endeksi de düşmeye devam edebilir.

Yılın ikinci yarısında baz etkisiyle ve TÜİK in baz aldığı hesaplamalarda kullanılan fiyat veya ücretlerin yanlış olması sebebiyle de olsa enflasyon ağustos ayında yıllık olarak on puan, eylül ayında iki puan düşmesine rağmen aylık enflasyon her iki ayda yaklaşık 3 er puanlık yükselişini sürdürmüştür. Dolayısıyla kâğıt üzerinde düşen enflasyonun gerçek hayatta yaşadığımız enflasyonla ilgisi yoktur. Üretim yapan işletmeler ise bahsettiğim gibi kredi maliyetlerinin yükselmesi nedeniyle üretimlerini azaltma yoluna gitmekte veya başka bir deyişle küçülmeye gitmeye devam etmektedir. Kredi faizleri bankalarda %71 civarına kadar yükselmiştir. Bu kadar yüksek maliyetle iş yapabilecek işletme sayısının parmakla gösterilecek kadar az olduğunu tahmin etmek zor değildir. Dolayısıyla sanayi üretim endeksi düşmeye devam etmektedir ve önümüzdeki aylarda faiz indirimi yapılmadığı taktirde birçok işletme faaliyetine son vermek durumunda kalabilir. İflas ve konkordato sayısı daha da artabilir.

TÜİK tarafından yayınlanan eylül ayı sanayi üretim endeksi aşağıdaki gibidir.

Sanayi üretimi yıllık %2,4 azaldı

Sanayinin alt sektörleri (2021=100 referans yıllı) incelendiğinde, 2024 yılı Eylül ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre %5,3 azaldı, imalat sanayi sektörü endeksi %2,5 azaldı ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi %1,1 arttı.

Sanayi üretimi aylık %1,6 arttı

Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, 2024 yılı Eylül ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki aya göre %1,2 arttı, imalat sanayi sektörü endeksi %1,8 arttı ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi %1,8 azaldı.

AÇIKLAMALAR

Yıllık değişimler, takvim etkisinden arındırılmış endeks değerlerinin bir önceki yılın aynı ayına göre değişimini ifade etmektedir.

Aylık değişimler, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış endeks değerlerinin bir önceki aya göre değişimini ifade etmektedir.

Kaynak: SANAYİ HABER AJANSI

Yazarın Son Yazıları
2024 ULUSAL EĞİTİM İSTATİSTİKLERİ GİRİŞ Türkiye’nin eğitim alanındaki gelişmeleri, ülkenin sosyoekonomik kalkınmasının en önemli göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor. Eğitimde elde edilen ilerlemeler hem bireylerin hayat kalitesini yükseltiyor hem de toplumun genel refahına büyük katkı sağlıyor. 2024 yılına ait ulusal eğitim istatistikleri, özellikle yükseköğretim mezuniyet oranları, okuryazarlık düzeyi ve ortalama eğitim süresi gibi temel parametrelerde dikkate değer değişimler olduğunu ortaya koyuyor. Bu kapsamlı analizde, 2008 yılından günümüze uzanan eğitim verileri ışığında, Türkiye’de eğitimde yaşanan gelişmelerin boyutlarını ayrıntılı şekilde ele alacağız. Ayrıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalar yaparak, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu da değerlendireceğiz. 1. YÜKSEKÖĞRETİM MEZUN ORANINDAKİ DRAMATİK ARTIŞ 2008 yılında 25-34 yaş grubundaki genç nüfusun sadece %13,5’i yükseköğretim mezunu iken, bu oran 2024 yılında %44,9’a yükselmiştir. Bu artış, Türkiye’de yükseköğretime erişimde ve tamamlamada ciddi bir dönüşümün yaşandığını gösteriyor. Kadın ve erkek nüfusun eğitimdeki ilerlemesine baktığımızda ise kadınlarda daha dikkat çekici bir gelişme gözlemlenmektedir. 2008’de kadınlarda yükseköğretim mezun oranı %12,5 iken, 2024’te %48,9’a kadar çıkmıştır. Erkeklerde ise %14,6’dan %41,1’e yükselme söz konusudur. Bu veriler, kadınların eğitim fırsatlarına erişiminin ve eğitimdeki başarılarının arttığını, cinsiyet eşitliği yönünde önemli bir yol alındığını göstermektedir. Ayrıca bu artış, iş gücü piyasasında kadınların daha aktif rol almasını da desteklemektedir. 2. TÜRKİYE VE OECD ÜLKELERİ ARASINDAKİ YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNİYETİ KARŞILAŞTIRMASI OECD’nin 2022 yılı verilerine göre, 25-34 yaş grubunda yükseköğretim mezunlarının oranı ortalama %47,4’tür. Türkiye ise %42,9 ile bu ortalamaya oldukça yaklaşmıştır. Bu, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı ilerlemenin uluslararası platformda da karşılık bulduğunun bir göstergesidir. OECD ülkeleri arasında en yüksek yükseköğretim mezuniyet oranı %69,6 ile Güney Kore’ye aitken, en düşük oran %27,3 ile Meksika’da görülmektedir. Türkiye’nin bu skalada orta-üst seviyede yer alması, eğitim politikalarının doğru yönde ilerlediğini ve genç nüfusun eğitimde daha donanımlı hale geldiğini işaret eder. 3. 25 YAŞ VE ÜZERİNDEKİ NÜFUSTA EĞİTİM DÜZEYİ Sadece genç nüfus değil, 25 yaş ve üzerindeki genel nüfusta da yükseköğretim mezun oranı son 16 yılda ciddi artış göstermiştir. 2008’de %9,8 olan bu oran, 2024’te %25,3’e ulaşmıştır. Bu, yetişkin nüfusun da eğitim seviyesinin yükseldiğini gösterir. Ortaöğretim ve üzeri eğitim düzeyini tamamlayanların oranı ise 2008’de %26,5 iken, 2024’te %49,4’e yükselmiştir. Bu da Türkiye’de genel eğitim seviyesinin her yaş grubunda arttığını, eğitimde süreklilik ve yaygınlık sağlandığını ortaya koyar. 4. ORTALAMA EĞİTİM SÜRESİ VE BÖLGESEL FARKLILIKLAR 2024 yılı verilerine göre, Türkiye’de 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama eğitim süresi 9,5 yıldır. Kadınların ortalama eğitim süresi 8,8 yıl olurken, erkeklerde bu süre 10,2 yıldır. Bu fark, eğitimde cinsiyet eşitliğine ulaşmak için atılması gereken adımların halen olduğunu göstermektedir. Bölgesel farklılıklar ise dikkat çekicidir. Ortalama eğitim süresi en yüksek olan il Ankara’dır (10,8 yıl). İstanbul, Eskişehir, Kocaeli ve İzmir gibi büyükşehirler de yüksek eğitim süresi ortalamasıyla bu listeyi takip etmektedir. Buna karşılık Ağrı, Şanlıurfa, Muş, Kastamonu ve Van gibi illerde ortalama eğitim süresi görece düşüktür (7,5 yıl ile Ağrı en düşük). Bu durum, bölgeler arası eğitim fırsatları ve erişiminde eşitsizliklerin devam ettiğini göstermektedir. Devlet politikalarının bu farklılıkları azaltmaya yönelik odaklanması önem taşımaktadır. 5. EĞİTİM SÜRESİNDEKİ SON 10 YILLIK ARTIŞ 2015-2024 yılları arasında ortalama eğitim süresinde en yüksek artış %51,6 ile Şırnak’ta gerçekleşmiştir. Bunu %42,1 ile Hakkâri, %39,9 ile Muş, %38,5 ile Şanlıurfa ve %37,3 ile Bingöl takip etmektedir. Bu illerdeki artışlar, bölgesel kalkınma çabalarının eğitim alanında da olumlu sonuç verdiğine işaret ediyor. Öte yandan, Ankara, Eskişehir, Tekirdağ, İzmir ve İstanbul gibi büyükşehirlerdeki artış oranları %13-16 arasında kalmıştır. Bu illerde zaten eğitim süresi yüksek olduğu için artış oranı daha düşük görünmektedir. 6. OKURYAZARLIK ORANI YÜKSELDİ 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2008’de %91,8 iken, 2024 yılında %97,8’e yükselmiştir. Bu oran, kadınlarda %86,9’dan %96,2’ye, erkeklerde ise %96,7’den %99,3’e çıkmıştır. Okuryazarlık oranındaki bu artış, temel eğitime erişimin yaygınlaşmasının yanı sıra, özellikle kadınlarda eğitim hakkının önemli ölçüde genişlediğini gösteriyor. Okuryazarlık, bireylerin toplumsal hayata katılımı ve ekonomik faaliyetlere dahil olması açısından hayati bir beceridir. 7. EBEVEYNLERİN EĞİTİM DÜZEYİ VE BİREYLERİN EĞİTİM BAŞARISI 2024 verileri, ebeveynlerin eğitim düzeyinin çocukların eğitim başarısı üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Annesi yükseköğretim mezunu olan fertlerin %84,4’ü yükseköğretimi tamamlamışken, bu oran babası yükseköğretim mezunu olanlarda %80,3 olarak tespit edilmiştir. Annesi ortaöğretim mezunu olanların %64,3’ü, babası ortaöğretim mezunu olanların ise %55,7’si yükseköğretim mezunudur. Ebeveynlerin daha düşük eğitim seviyesine sahip olması durumunda ise yükseköğretim tamamlama oranları belirgin biçimde düşmektedir. Bu veriler, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve ailelerin eğitim seviyesinin yükseltilmesinin, ülkenin genel eğitim düzeyini artırmada kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Türkiye’nin eğitim alanında son 16 yılda yaşadığı dönüşüm gerek genç nüfus gerekse genel nüfus açısından oldukça olumlu ve cesaret vericidir. Yükseköğretim mezun oranlarının önemli ölçüde artması, okuryazarlık oranlarının yükselmesi ve ortalama eğitim süresindeki gelişmeler, ülkemizin eğitimde ileriye doğru sağlam adımlar attığını gösteriyor. Ancak bölgesel farklılıklar, cinsiyetler arası eşitsizlikler ve ebeveynlerin eğitim seviyesine bağlı değişkenlikler gibi konular, dikkatle ele alınması gereken alanlar olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimde kaliteyi artırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına özellikle dezavantajlı bölgeler ve gruplar için hedeflenmiş politikalar önem arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı başarı, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşlarından biridir ve bu alandaki gelişmelerin takip edilmesi, ülkenin geleceği için kritik öneme sahiptir. Kaynak: TÜİK ZAFER ÖZCİVAN Ekonomist-Yazar zozcivan@hotmail.com
30.05.2025
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.