SURİYE NİN GELECEĞİ

Yayınlama: 06.05.2025
11
A+
A-
Sanayi Haber Ajansı İstanbul Temsilcisi Ekonomist / Yazar

 

Yakın komşumuz olan Suriye’de yenik lider Esat’a karşı başlatılan iç savaştan sonra ülkenin insanlarından bir kısmı ülkemize sığınmak zorunda kaldılar. Olayların başlamasının temel nedeni Amerika’nın Esat rejimini devirmek için bizden rica etmesi sonucu yani bizim de işin içine girmek zorunda kalmıştık.

Yıllardır devam eden Esat karşıtı olaylar sonucunda geçtiğimiz yılın sonlarında rejim karşıtları galip gelmiş ve Esat yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Esad rejiminin düşmesinin ardından fiili lider olarak görev yapan Ahmed eş-Şara, 29 Ocak 2025 tarihinde Şam’da düzenlenen Suriye Devrimi Zafer Konferansı sırasında Suriye Genel Komutanlığı tarafından geçiş dönemi için Suriye cumhurbaşkanı olarak atandı.

Ahmet Şara’nın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra bizim de ilişkilerimiz pozitif olarak devam etmeye başladı. Karşılıklı ziyaretler birbirini izledi ve ileriye dönük birlikte hareket etme kararı alındı diyebiliriz. Ancak savaştan çıkan ülkenin pek tabii ki birtakım zararları, yakıp yıkılan yerlerin onarılması işlemi oldukça zor ve zaman alıcı bir işlemdir.

Diğer yandan Gazze’de insanlık ve savaş kurallarını hiçe sayarak okulları, ibadet yerlerini, hastaneleri bombalayarak çoluk çocuk, yaşlı, hasta demeden binlerce insanın ölümüne sebep olan İsrail hükümeti maalesef Suriye’ye de benzer saldırılarını sürdürmektedir. Ve bu süreçte ABD başkanı Trump İsrail’i desteklemektedir. Yani önümüzdeki süreçte Suriye yönetiminin kimler tarafından oluşacağı belirsizliğini korumaktadır. Çünkü mevcut durumda ülke üçe bölünmüş durumdadır.

Olaya bizim açımızdan baktığımızda ise Netanyahu’nun saldırılarına anlam vermek mümkün değildir. İlk akla gelen doğal olarak Suriye topraklarından pay alarak yönetimde olmayı hedeflemekte olduğu söylenebilir. Ve önümüzdeki süreçte Trump vasıtasıyla bizden istekleri gündeme gelebilir. Yapılan teklifleri kabul etmememiz durumunda ise 2017 de yaptığı gibi ekonomi anlamında bize zarar verebilir.

Suriye’nin geleceğine dair Euronews sitesinden aldığım haberler aşağıdadır.

Temkinli birlik, yumuşak bölünme ve sistematik kaos senaryoları arasında kalan Suriye, son derece hassas ve tarihi bir anla karşı karşıya.

Esad sonrası Suriye, özellikle Mart ve Nisan aylarında bir dizi iç ve bölgesel açıklamayla belirginleşen birikmiş karmaşıklıkları ışığında, ülkenin geleceği, ulusal birlik çağrılarından bölünme girişimlerine ve devletin kırılganlığını derinleştiren dış müdahalelere kadar birbiriyle çelişen projelerle sarp bir kavşakta duruyor.

Bölgesel ve uluslararası güçler Suriye coğrafyasındaki nüfuz alanlarını yeniden çizmek için yarışırken, birkaç önemli senaryodan birine yol açabilecek son derece hassas bir siyasi ve güvenlik manzarası ortaya çıkıyor.

Koşullu bölgesel garantiye sahip üniter bir yapı

Geçici Devlet Başkanı Ahmed Eş-Şara yönetimindeki yeni Suriye, ülkenin birliğine bağlı kalmakta ve ayrılıkçı adımları ve çağrıları ya da etnik veya mezhepsel çoğunlukların yaşadığı bölgeler için özel yetki alanını genişletme arzusunu gösterenleri reddetmekte.

Buna ek olarak, Cumhuriyet Müftüsü Şeyh Usame El Rifai’nin Suriye topraklarının birliğinin korunması gerektiğini vurgulayan ve bahanesi ne olursa olsun bölünme projelerini reddeden dini bir duruşu var.

Kürtlerin Şam ile gelecekteki ilişkilerine dair vizyonu yeni hükümeti endişelendirdi ve Kürtlerin kontrol ettikleri bölgelerde özel yetkilere sahip olmalarını öngören yeni bir belgeyi de reddettiler.

Ancak Şam bu Kürt eğilimine karşı çıkma konusunda yalnız değil. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları, federal bir sistemde bölgesel güçler şeklinde bile olsa ülkenin birliğinden taviz verilmesini reddeden yeni Suriye yönetiminin tutumuyla kesişiyor.

Erdoğan yaptığı açıklamada Türkiye’nin Suriye’de herhangi bir paralel oluşum kurulmasına izin vermeyeceğini vurgulayarak İsrail’in Suriye içindeki eylemlerinin ciddi bir provokasyon olduğu uyarısında bulundu.

Erdoğan ayrıca İsrail’in ‘istikrarsızlaştırma’ girişimlerine “çeşitli yollarla” karşılık vereceğini vurguladı.

Şeyh El Rifai fitneyi reddetme ve intikam çemberinden uzak durma çağrısında bulunarak tüm Suriyelilerin kanının haram olduğunu ve kurtuluşun yolunun intikamdan değil adaletin yerini bulmasından geçtiğini vurguladı.

Bu adımlar, bazı iç ve dış güçlerin iç çatışmayı mezhepsel ya da bölgesel saiklerle yeniden üretmeye çalıştığı çok tehlikeli bir döneme denk geliyor.

Suriye Müftüsü, Türkiye ile birlikte, Dürzi toplumunun bir üyesine atfedilen ve kısa süre sonra başkent yakınlarındaki köylerde bu azınlığın üyelerine karşı kampanyalar başlatmak için istismar edilen saldırgan bir videonun arka planında, aşırılık yanlısı gruplar ile Şam kırsalındaki Dürzi kasabalarının sakinleri arasında devam eden olaylardan büyük tehlikeler algılamakta.

İsrail’in son açıklamaları, İbrani devletinin Suriye’deki Dürzileri korumak için müdahale tehdidinde bulunması nedeniyle bu olayların yarattığı endişeyi arttırmakta.

Bu açıklamalar, başta Şeyh Muvaffak Tarif olmak üzere İsrail’deki Dürzi liderlerin söylemleriyle uyumlu ve o da cemaatini ‘İsrail şemsiyesi’ altına çağırıyor.

Suriye’nin birliği senaryosu, merkezi devletten Kürt ve Dürzi güçlere ve sivil muhalefete kadar ana aktörlerin iradelerinin, devletin birliğinden ödün vermeden idari adem-i merkeziyetçiliği de içerebilecek kapsayıcı bir formül üzerinde birleşmesini gerektirmekte ve Türkiye ile Körfez bölgesindeki etkili Arap ülkelerinin bölgesel garantisiyle üzerinde mutabık kalınmış bir siyasi süreci hazırlamakta.

Kısıtlı federal yapı

Şam’ın ilk senaryodaki ısrarına ve Erdoğan’ın Suriye’de federalizm fikrini “sadece bir hayal” olarak tanımlamasına rağmen, özellikle kuzey ve doğu Suriye’de SDG’nin yıllar önce federal modele dayalı bir özyönetim yoluyla dayattığı oldubittilerin uluslararası alanda tanınması için bastırmaya devam eden aktörler var.

Bazı Kürt yetkililerin açıklamalarında “Suriyeli bileşenlerin haklarının ademi merkeziyetçi bir çerçevede tanınması” talebi yineleniyor.

Bu öneri açıkça ayrılma çağrısı kapısına çıkmasa da gelecekte ayrılmanın önünü açacak yumuşak bir bölünmenin başlangıcı olmasından korkulduğu için hem Şam’ın hem de Ankara’nın tepkisini çekiyor.

Güneyde “birleşik bir devlet içinde mezhepsel özgünlüğün korunması” çağrısında bulunan bazı Dürzilerin önerileri de bu eğilime paralellik gösteriyor.

Bu senaryo, İran’ın Suriye’den çıkarılmasının ardından Türkiye’nin etkisini azaltmak isteyen bazı Batılı başkentler ve İsrail’den doğrudan askeri müdahale olmaksızın dolaylı destek bulabilir, ancak sınırlar, güçler ve doğal kaynaklar üzerinde yeni iç çatışmalara kapı açabileceği için riskli olmaya devam ediyor.

Dış destekli fiili bölünme

İsrail’in güvenlik uyarılarından Suriye içindeki bölgelere yönelik tekrarlanan hava saldırılarına ve Esad rejiminin düşmesinin ardından Suriye’nin güneyindeki geniş bölgelerin işgaline kadar uzanan son açıklamaları, birilerinin Suriye’yi etkin bir şekilde parçalamaya ya da en azından ne tamamen yükselen ne de tamamen düşen bir “yarı-devlet” durumunda tutmaya çalıştığına dair ciddi endişelere yol açmakta.

Bu bağlamda, ** İsrail’in Suriye toprakları içindeki bölgelere yönelik saldırıları artarken, bazı İsrailli taraflar Suriye’deki çatışmaya uzun vadeli bir çözüm olarak “mezhep devletleri” fikrini desteklemeye devam ediyor.

Bu senaryo gerçekleştiği takdirde mevcut statükonun devam etmesi anlamına gelecektir: Her biri farklı bölgesel ya da uluslararası desteğe sahip yerel güçler tarafından yönetilen birden fazla nüfuz bölgesi. Bu senaryo, Suriye devletinin birleşik bir varlık olarak çöküşünü tehdit etmekte, istikrarı uzak bir hayal haline getirmekte ve onlarca yıllık müdahaleleri ve açık vekalet çatışmalarını sürdürmektedir.

Genişletilmiş kaos senaryosu

Tüm siyasi çabalar başarısız olursa ve dengeli bir siyasi çözüm için ulusal uzlaşı ya da etkili bir bölgesel ve uluslararası destek sağlanamazsa ve ülkenin içinde bulunduğu feci ekonomik ve mali durum göz önüne alındığında, Suriye bölgesel savaşlar ve karşılıklı misillemelerle noktalanan, yerel aktörlerin geçici kazanımlar elde etmek için giderek daha fazla dış müttefiklere bel bağladığı yeni bir kaos evresine sürüklenebilir.

Erdoğan, birilerinin “Suriye dosyasında Türkiye’nin sabrını test ettiğini” açıkça belirterek, özellikle Türkiye sınırında dengeyi bozacak herhangi bir saha hareketinin Ankara’yı daha kapsamlı bir doğrudan müdahaleye itebileceğini ima etti.

Öte yandan, iç çatışmaların tekrarlanmasından korkulan güneyde, özellikle de bazı çevrelerde ortaya çıkan ve Cumhuriyet Müftüsü ‘nün uyarıda bulunduğu intikamcı söylemle birlikte gerginlik işaretleri artmakta ve çatışmaların söndürülmesi ve intikam mantığı yerine adalet mantığına öncelik verilmesi çağrısı yapılmaktadır.

Temkinli birlik, yumuşak bölünme ve sistematik kaos senaryoları arasında kalan Suriye, son derece hassas bir tarihi hakla karşı karşıyadır. Ülkenin geleceği sadece Şam’ın, muhalefetin ya da yerel güçlerin ne istediğine göre değil, aynı zamanda Suriye topraklarında iç içe geçmiş bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarının neye izin verdiğine göre belirleniyor.

 

 

Yazarın Son Yazıları
08.10.2023
2024 ULUSAL EĞİTİM İSTATİSTİKLERİ GİRİŞ Türkiye’nin eğitim alanındaki gelişmeleri, ülkenin sosyoekonomik kalkınmasının en önemli göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor. Eğitimde elde edilen ilerlemeler hem bireylerin hayat kalitesini yükseltiyor hem de toplumun genel refahına büyük katkı sağlıyor. 2024 yılına ait ulusal eğitim istatistikleri, özellikle yükseköğretim mezuniyet oranları, okuryazarlık düzeyi ve ortalama eğitim süresi gibi temel parametrelerde dikkate değer değişimler olduğunu ortaya koyuyor. Bu kapsamlı analizde, 2008 yılından günümüze uzanan eğitim verileri ışığında, Türkiye’de eğitimde yaşanan gelişmelerin boyutlarını ayrıntılı şekilde ele alacağız. Ayrıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalar yaparak, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu da değerlendireceğiz. 1. YÜKSEKÖĞRETİM MEZUN ORANINDAKİ DRAMATİK ARTIŞ 2008 yılında 25-34 yaş grubundaki genç nüfusun sadece %13,5’i yükseköğretim mezunu iken, bu oran 2024 yılında %44,9’a yükselmiştir. Bu artış, Türkiye’de yükseköğretime erişimde ve tamamlamada ciddi bir dönüşümün yaşandığını gösteriyor. Kadın ve erkek nüfusun eğitimdeki ilerlemesine baktığımızda ise kadınlarda daha dikkat çekici bir gelişme gözlemlenmektedir. 2008’de kadınlarda yükseköğretim mezun oranı %12,5 iken, 2024’te %48,9’a kadar çıkmıştır. Erkeklerde ise %14,6’dan %41,1’e yükselme söz konusudur. Bu veriler, kadınların eğitim fırsatlarına erişiminin ve eğitimdeki başarılarının arttığını, cinsiyet eşitliği yönünde önemli bir yol alındığını göstermektedir. Ayrıca bu artış, iş gücü piyasasında kadınların daha aktif rol almasını da desteklemektedir. 2. TÜRKİYE VE OECD ÜLKELERİ ARASINDAKİ YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNİYETİ KARŞILAŞTIRMASI OECD’nin 2022 yılı verilerine göre, 25-34 yaş grubunda yükseköğretim mezunlarının oranı ortalama %47,4’tür. Türkiye ise %42,9 ile bu ortalamaya oldukça yaklaşmıştır. Bu, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı ilerlemenin uluslararası platformda da karşılık bulduğunun bir göstergesidir. OECD ülkeleri arasında en yüksek yükseköğretim mezuniyet oranı %69,6 ile Güney Kore’ye aitken, en düşük oran %27,3 ile Meksika’da görülmektedir. Türkiye’nin bu skalada orta-üst seviyede yer alması, eğitim politikalarının doğru yönde ilerlediğini ve genç nüfusun eğitimde daha donanımlı hale geldiğini işaret eder. 3. 25 YAŞ VE ÜZERİNDEKİ NÜFUSTA EĞİTİM DÜZEYİ Sadece genç nüfus değil, 25 yaş ve üzerindeki genel nüfusta da yükseköğretim mezun oranı son 16 yılda ciddi artış göstermiştir. 2008’de %9,8 olan bu oran, 2024’te %25,3’e ulaşmıştır. Bu, yetişkin nüfusun da eğitim seviyesinin yükseldiğini gösterir. Ortaöğretim ve üzeri eğitim düzeyini tamamlayanların oranı ise 2008’de %26,5 iken, 2024’te %49,4’e yükselmiştir. Bu da Türkiye’de genel eğitim seviyesinin her yaş grubunda arttığını, eğitimde süreklilik ve yaygınlık sağlandığını ortaya koyar. 4. ORTALAMA EĞİTİM SÜRESİ VE BÖLGESEL FARKLILIKLAR 2024 yılı verilerine göre, Türkiye’de 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama eğitim süresi 9,5 yıldır. Kadınların ortalama eğitim süresi 8,8 yıl olurken, erkeklerde bu süre 10,2 yıldır. Bu fark, eğitimde cinsiyet eşitliğine ulaşmak için atılması gereken adımların halen olduğunu göstermektedir. Bölgesel farklılıklar ise dikkat çekicidir. Ortalama eğitim süresi en yüksek olan il Ankara’dır (10,8 yıl). İstanbul, Eskişehir, Kocaeli ve İzmir gibi büyükşehirler de yüksek eğitim süresi ortalamasıyla bu listeyi takip etmektedir. Buna karşılık Ağrı, Şanlıurfa, Muş, Kastamonu ve Van gibi illerde ortalama eğitim süresi görece düşüktür (7,5 yıl ile Ağrı en düşük). Bu durum, bölgeler arası eğitim fırsatları ve erişiminde eşitsizliklerin devam ettiğini göstermektedir. Devlet politikalarının bu farklılıkları azaltmaya yönelik odaklanması önem taşımaktadır. 5. EĞİTİM SÜRESİNDEKİ SON 10 YILLIK ARTIŞ 2015-2024 yılları arasında ortalama eğitim süresinde en yüksek artış %51,6 ile Şırnak’ta gerçekleşmiştir. Bunu %42,1 ile Hakkâri, %39,9 ile Muş, %38,5 ile Şanlıurfa ve %37,3 ile Bingöl takip etmektedir. Bu illerdeki artışlar, bölgesel kalkınma çabalarının eğitim alanında da olumlu sonuç verdiğine işaret ediyor. Öte yandan, Ankara, Eskişehir, Tekirdağ, İzmir ve İstanbul gibi büyükşehirlerdeki artış oranları %13-16 arasında kalmıştır. Bu illerde zaten eğitim süresi yüksek olduğu için artış oranı daha düşük görünmektedir. 6. OKURYAZARLIK ORANI YÜKSELDİ 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2008’de %91,8 iken, 2024 yılında %97,8’e yükselmiştir. Bu oran, kadınlarda %86,9’dan %96,2’ye, erkeklerde ise %96,7’den %99,3’e çıkmıştır. Okuryazarlık oranındaki bu artış, temel eğitime erişimin yaygınlaşmasının yanı sıra, özellikle kadınlarda eğitim hakkının önemli ölçüde genişlediğini gösteriyor. Okuryazarlık, bireylerin toplumsal hayata katılımı ve ekonomik faaliyetlere dahil olması açısından hayati bir beceridir. 7. EBEVEYNLERİN EĞİTİM DÜZEYİ VE BİREYLERİN EĞİTİM BAŞARISI 2024 verileri, ebeveynlerin eğitim düzeyinin çocukların eğitim başarısı üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Annesi yükseköğretim mezunu olan fertlerin %84,4’ü yükseköğretimi tamamlamışken, bu oran babası yükseköğretim mezunu olanlarda %80,3 olarak tespit edilmiştir. Annesi ortaöğretim mezunu olanların %64,3’ü, babası ortaöğretim mezunu olanların ise %55,7’si yükseköğretim mezunudur. Ebeveynlerin daha düşük eğitim seviyesine sahip olması durumunda ise yükseköğretim tamamlama oranları belirgin biçimde düşmektedir. Bu veriler, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve ailelerin eğitim seviyesinin yükseltilmesinin, ülkenin genel eğitim düzeyini artırmada kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Türkiye’nin eğitim alanında son 16 yılda yaşadığı dönüşüm gerek genç nüfus gerekse genel nüfus açısından oldukça olumlu ve cesaret vericidir. Yükseköğretim mezun oranlarının önemli ölçüde artması, okuryazarlık oranlarının yükselmesi ve ortalama eğitim süresindeki gelişmeler, ülkemizin eğitimde ileriye doğru sağlam adımlar attığını gösteriyor. Ancak bölgesel farklılıklar, cinsiyetler arası eşitsizlikler ve ebeveynlerin eğitim seviyesine bağlı değişkenlikler gibi konular, dikkatle ele alınması gereken alanlar olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimde kaliteyi artırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına özellikle dezavantajlı bölgeler ve gruplar için hedeflenmiş politikalar önem arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı başarı, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşlarından biridir ve bu alandaki gelişmelerin takip edilmesi, ülkenin geleceği için kritik öneme sahiptir. Kaynak: TÜİK ZAFER ÖZCİVAN Ekonomist-Yazar zozcivan@hotmail.com
30.05.2025
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.