Haziran 2025 itibarıyla Dünya Bankası’nın yayımladığı “Küresel Ekonomik Görünüm” raporu, Türkiye ekonomisinin küresel dalgalanmalara rağmen daha dirençli bir performans sergilediğine işaret ediyor. Rapordaki revize büyüme tahminlerine baktığımızda; küresel ekonomi için 2025 büyüme beklentisi %2,7’den %2,3’e, 2026 içinse %2,7’den %2,4’e çekilmiş durumda. Buna karşın Türkiye’nin 2025 yılı büyüme beklentisi %2,6’dan %3,1’e yükseltilmiş, 2026 için ise %3,8’den %3,6’ya hafif bir gerileme öngörülmüş. Bu tablo, Türkiye’nin küresel konjonktüre kıyasla daha sağlam adımlarla ilerlediğini ortaya koyuyor.
Bu gelişmeleri bireysel olarak değerlendirirken, özellikle son iki yılda atılan adımların etkisini her alanda hissetmeye başladığımızı söyleyebilirim. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in sık sık vurguladığı gibi, uygulanan sıkı para politikası, mali disiplin ve reform odaklı yaklaşım, kısa vadeli canlandırmalardan ziyade kalıcı ekonomik dengeyi merkeze alıyor. Mayıs 2025 itibarıyla yıllık enflasyonun %35,4’e gerilemiş olması ve hizmet enflasyonunda görülen düşüşler, bu politikaların ilk meyvelerinin alındığını gösteriyor. Özellikle bir vatandaş olarak, geçtiğimiz yıllarda karşılaştığım yüksek fiyat artışlarına kıyasla, son dönemde enflasyonun görece kontrol altına alınmış olması günlük hayatımda da hissedilir bir rahatlama sağladı.
Büyümenin 2025’te nispeten ılımlı kalması, sıkı para politikasının etkisinin yanı sıra küresel belirsizliklerin yarattığı baskıdan da kaynaklanıyor. Ancak asıl umut verici olan, 2026 ve 2027’de büyümenin yeniden ivme kazanacağına dair beklentiler. Rapora göre özel tüketim, enflasyondaki düşüş sayesinde büyümenin lokomotifi olmayı sürdürecek. Öte yandan, ihracat tarafında Euro Bölgesi’ndeki talep zayıflığı, TL’nin reel değer kazanması ve ticaret politikalarındaki oynaklık nedeniyle sınırlı artışlar bekleniyor. Bu durum, ihracat temelli değil, iç taleple ve üretimle desteklenmiş bir büyümenin önemini daha da artırıyor.
Bu noktada Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın açıklamaları, Türkiye’nin sanayide dönüşüm hedeflerine nasıl odaklandığını ortaya koyuyor. 2030 yılına kadar sanayi alanlarının 350 bin hektara çıkarılması, 30 milyar dolarlık yüksek teknoloji yatırımı ve yerli makine alımlarına getirilen destekler, üretim modelimizin ileriye taşınması açısından kritik. Yeni teşvik sistemi sayesinde az gelişmiş 289 ilçeye sağlanan avantajlar da sadece ekonomik değil, toplumsal denge açısından da hayati. Yatırımların metropollerden Anadolu’ya kaydırılması, göçün yavaşlaması ve yerel kalkınmanın hız kazanması anlamına geliyor.
Organize sanayi bölgelerinde başlatılan lojman projeleri ise iş gücünün yaşam kalitesine yönelik doğrudan bir müdahale. Özellikle büyük şehirlerde yaşamanın getirdiği barınma sorununu düşündüğümüzde, sembolik ücretlerle sunulacak konutlar, üretimde verimliliği ve iş gücünün motivasyonunu artırabilecek sosyal bir adım. Bu gibi uygulamalar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal refahı gözeten bir politika setinin göstergesi.
Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, yenilenebilir kaynaklara yönelme ve dijital-yeşil dönüşüm gibi başlıklar da EKK toplantısında ön plana çıkan konular arasında. Bu konular, sadece bugünün değil, gelecek 10 yılın stratejik öncelikleri arasında yer almalı. Türkiye’nin bu dönüşüme hazır olduğunu ve planlı şekilde ilerlediğini görmek, geleceğe dair iyimser olmamı sağlıyor.
Türkiye ekonomisi 2025 itibarıyla yalnızca krizlere karşı bir direnç geliştirmiyor; aynı zamanda bu dönemi bir yapısal sıçrama fırsatına dönüştürme iradesi gösteriyor. Enflasyonla mücadelede sağlanan başarı, üretim ve yatırım odaklı kalkınma politikaları, bölgesel teşvikler ve sanayi stratejileriyle birleşince, önümüzdeki yıllarda daha dengeli, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir büyüme sürecine girildiği görülüyor. Şahsi olarak, bu süreci sadece izlemek değil, katkı sunmak ve bu dönüşümün bir parçası olmak istiyorum. Çünkü artık Türkiye ekonomisi sadece ayakta kalmayı değil, yön belirlemeyi hedefliyor.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı