EKONOMİ AÇISINDAN TOPLUMSAL DUYARLILIK

Yayınlama: 20.07.2025
3
A+
A-
Metalurji Yüksek Mühendisi ve İş Güvenliği Uzman

Ekonomi yalnızca sayılardan, büyüme rakamlarından ya da döviz kurlarından ibaret değildir; aynı zamanda toplumsal yaşamın dokusunu oluşturan en önemli unsurlardan biridir. Toplumun ekonomik süreçlere yaklaşımı, bireylerin ve kurumların sergilediği duyarlılık; uzun vadede kalkınma, adalet, refah ve sürdürülebilirlik açısından belirleyici bir rol oynar. Türkiye gibi dinamik ve genç nüfusa sahip bir ülkede, ekonomik kararların toplumsal duyarlılıkla dengelenmesi, sadece bugünü değil, geleceği de şekillendirir. Ne var ki, geçmişten bugüne yaşananlar, toplumsal duyarlılık kültürünün yeterince yerleşmediğini; bireysel çıkarların, kısa vadeli hesapların ve plansızlığın çoğu kez uzun vadeli toplumsal faydanın önüne geçtiğini göstermektedir.

Toplumsal duyarlılık nedir ve neden önemlidir?

Toplumsal duyarlılık; bireylerin, şirketlerin, kamu kurumlarının ve sivil toplumun, aldıkları ekonomik kararların sadece kendilerine değil, topluma, doğaya ve gelecek kuşaklara etkilerini de dikkate almasıdır. Bu, tasarruf alışkanlıklarından tutumlu enerji tüketimine; vergi bilincinden israfla mücadeleye, kayıt dışı ekonomiyle mücadeleden etik ticaret anlayışına kadar çok geniş bir alanı kapsar.

Ekonomi açısından toplumsal duyarlılık, aslında ortak refahı artırmayı, gelir dağılımındaki adaleti korumayı, sürdürülebilir büyümeyi ve krizlere karşı dayanıklılığı güçlendirmeyi amaçlar. Toplumda bu bilincin yaygınlaşması, ülke ekonomisinin spekülasyonlara daha az açık olmasını, kaynakların daha verimli kullanılmasını ve sosyal yardımların daha doğru adreslere ulaşmasını sağlar.

Şimdiye kadar yaşanan eksiklikler ve sonuçları

Ne yazık ki Türkiye’de ekonomi açısından toplumsal duyarlılık konusunda ciddi yapısal ve kültürel eksiklikler gözlemlenmiştir. Bunların başlıcalarını şu şekilde özetleyebiliriz:

Kayıt dışı ekonomi: Yıllardır süregelen kayıt dışı çalışma ve vergi kaçakçılığı, devletin sosyal politikalar için ayırabileceği kaynakları azaltmıştır. Bu durum, eğitim, sağlık gibi alanlarda hizmet kalitesine de yansımıştır.

İsraf kültürü: Enerji, su, gıda ve diğer doğal kaynakların plansız ve aşırı tüketimi hem çevresel hem de ekonomik anlamda maliyetleri artırmıştır.

Bireysel çıkar odaklılık: Kısa vadeli kazanç düşüncesi, uzun vadeli yatırımların önüne geçmiştir. Bu da üretim ve istihdam kapasitesinin güçlenmesini yavaşlatmıştır.

Vergi bilincinin zayıflığı: Vergi ödemek bir vatandaşlık görevi olduğu kadar, toplumsal dayanışmanın da göstergesidir. Ancak ülkemizde yaygın bir “devlete yük olmama” yerine “devletten daha fazlasını alma” zihniyeti gözlemlenmiştir.

Sosyal yardımların yanlış hedeflenmesi: Gerçekten ihtiyaç sahiplerine ulaşması gereken yardımlar, bazen yeterli inceleme yapılmadan dağıtılmış, bu da toplumsal adalet duygusunu zedelemiştir.

Kurumsal sosyal sorumluluğun yeterince gelişmemesi: Büyük ölçekli şirketler dahil, çoğu kurum toplumsal faydayı, yalnızca kriz dönemlerinde ya da “imaj çalışması” olarak görmüştür.

Bu eksikliklerin ortak sonucu, gelir dağılımında artan eşitsizlik, üretimde ve ihracatta düşen katma değer, sosyal dayanışmanın zayıflaması ve ekonomik kırılganlıkların artması olmuştur.

Olması gerekenler: Bireysel, toplumsal ve kurumsal boyutlar

Toplumsal duyarlılığın güçlenmesi için hem bireysel hem toplumsal hem de kurumsal düzeyde eş zamanlı bir dönüşüm gerekmektedir.

Bireysel düzeyde:

Tasarruf ve yatırım bilincinin güçlendirilmesi: Kısa vadeli harcama yerine, uzun vadeli birikim ve yatırımı teşvik edecek eğitim ve uygulamalar artırılmalı.

Vergi bilinci: Vergi ödemenin, toplumsal hizmetlerin sürdürülmesi için zorunlu ve değerli olduğu anlatılmalı.

Tüketim alışkanlıklarının değişimi: İsraf yerine ihtiyaca yönelik ve bilinçli tüketim yaygınlaştırılmalı.

Sürdürülebilir yaşam: Geri dönüşüm, yenilenebilir enerji kullanımı gibi alışkanlıklar günlük hayatın parçası haline gelmeli.

Toplumsal ve kültürel düzeyde:

Dayanışma kültürünün güçlenmesi: Sadece kriz anlarında değil, sürekli olarak ihtiyaç sahiplerine destek kültürü yaygınlaştırılmalı.

Eğitim müfredatına “ekonomik etik” ve “toplumsal sorumluluk” dersleri eklenmeli.

Medyada bilinçlendirici yayınlar artırılmalı, tüketim kültürünün aşırılığını özendiren içerikler yerine toplumsal fayda odaklı yayınlar desteklenmeli.

Kurumsal ve kamusal düzeyde:

Kayıt dışı ekonomiyle mücadelede caydırıcı ve etkili denetimler artırılmalı.

Sosyal yardımların doğru kişilere ulaşmasını sağlayacak şeffaf ve veriye dayalı sistemler kurulmalı.

Kurumsal sosyal sorumluluk, bir “zorunluluk” ya da “reklam” değil, şirketlerin ana stratejilerinden biri haline getirilmeli.

Yerel yönetimlerden merkezi idareye kadar, tüm kurumlarda karar alma süreçlerinde toplumsal fayda gözetilmeli.

Geleceğe dair bir umut ve sorumluluk

Toplumsal duyarlılık, tek bir kurumun, tek bir bireyin ya da devletin inisiyatifine bırakılamaz. Bu, toplumun tüm katmanlarını kapsayan bir bilinç meselesidir. Geçmişteki hatalar, eksiklikler ve ihmaller; bugünden sonra daha bilinçli bir yol izlenirse, önemli bir dönüşüme de kapı aralayabilir.

Unutulmamalıdır ki; güçlü, adil ve sürdürülebilir bir ekonomi, sadece rakamlara değil, toplumsal dayanışmaya, bireysel ve kurumsal duyarlılığa da dayanır. Ekonomi, hepimizin ortak alanı; aldığımız kararlar, yaptığımız tercihler sadece kendimizi değil, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini de etkiler. Bu nedenle, şimdiye kadar eksik bıraktıklarımızdan ders çıkararak; daha duyarlı, daha adil ve daha sürdürülebilir bir ekonomik düzeni hep birlikte kurmamız gerekmektedir.

Bu bilinçle atılacak her adım hem ülke ekonomisine hem de toplumsal barışa katkı sağlayacak; ortak refahın gerçek anlamda paylaşılabildiği bir geleceğin kapısını aralayacaktır.

Kaynak: Sanayi Haber Ajansı

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.