EKONOMİ AÇISINDAN 2023 YILI VE 2024 DE BEKLENTİLER

Yayınlama: 02.01.2024
71
A+
A-
Sanayi Haber Ajansı İstanbul Temsilcisi Ekonomist / Yazar

Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakıyoruz. Ancak 2023 yılı hem ülkemiz hem de dünya için ekonomi açısından unutulmaz olaylarla önemli bir yıl olduğu tartışılmaz. Öncelikle savaşlar, deprem felaketi korona virüs salgınının etkileri ilk akla gelen olaylardır.

Ülkemiz ekonomisi açısından baktığımızda ilk akla gelen tabii ki 6 Şubat 2023 de yaşanan ve 11 ilimizi etkileyen deprem felaketidir. Etki alanı bu kadar büyük ve ekonomiye yükü ciddi derecede yüksek olan bu felaket, dünyada şimdiye kadar yaşanan depremlerin en şiddetlisi ve en çok ekonomiyi olumsuz etkilediği için “yüzyılın felaketi” olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki 50000 vatandaşımız can vermiş,100000 vatandaşımız yaralanmış, on binlerce binamız yerle bir olmuştur. Böylesine büyük bir acıyı (Allah tekrarını vermesin) unutmamız tabii ki mümkün değildir. Dünyanın en büyük ülkesinde olsa bile ekonomi açısından bakıldığında belki de bizim kadar acil önlemler alınamazdı Devletimiz hiçbir vatandaşımızı evsiz. Yersiz, aç bırakmadı ve hala da deprem konutları yapımına devam ediyoruz. Bu büyük felaketin faturası da ağır olduğu için yıl içinde 1,1 trilyon TL lik ek bütçe yapmak zorunda kaldık. Ve ek bütçenin bedelini yapılan yüksek zamlar, vergi ve harçların yükseltilmesiyle hepimiz fedakârlık yapmak durumunda kaldık.

Rusya-Ukrayna savaşının başlaması ile birlikte Avrupa ülkeleri ve ülkemiz için doğalgaz sıkıntısı, buğday sıkıntısı, gıda krizi ile karşı karşıya kaldık. Savaşın getirdiği olumsuzluklar yüzünden Avrupa ülkeleri ve ülkemiz, başta yüksek enflasyon olmak üzere bir takım olumsuz gelişmeler yaşadık. Özellikle buğday krizi konusunda Sn. Cumhurbaşkanımızın gayret ve girişimleri tüm Avrupa ülkeleri tarafından alkışlandı ve sorun çözülmüş oldu. Daha sonraki süreçlerde yaşanan olaylar nedeniyle şimdilik unutulmuş gibi görülen bu savaşın bir an önce barışla bitmesini bekliyoruz.

2023 yılının seçim yılı olması nedeniyle tüm halkımız seçim sonuçlarını merakla beklemekteydi ve ekonomik olarak yaşam koşullarının zorlaşması nedeniyle iktidarın değişmesi beklenirken mevcut iktidar göreve devam etti. Ekonomi yönetimi ve para politikaları ise aynı iktidar olduğu halde 180 derece değişti ve 2023 yılında iki türlü para politikası uygulanmaya başladı. Düşük faiz politikasından vazgeçilerek yüksek faize geçildi ve döviz kuru serbest bırakılarak piyasa gerçeklerine dönülmesi kararlaştırıldı. Türk vatandaşı olarak hiçbirimiz faizi desteklemeyiz ama ekonomi entegre bir sistem olduğundan birtakım dengeleri korumak zorundayız. Peki faizler yükseldi de çözüm geldi mi hayır gelmedi. Kredi maliyetleri ve mevduat faizleri yükseldi hatta enflasyonla yarışır duruma geldi. Faiz artışı ne kadar devam edecek diye sorarsanız, amaç TL’yi cazip hale getirmek, dolarizasyonu önlemek olduğuna göre politika faizi ile enflasyon oranını yakınlaştırdığımız zaman hatta politika faizi bir -iki puan yukarıda olduğunda dövize olan talep azalacak, TL ye olan talep yükselecektir. Ancak bunun için biraz zamana ihtiyacımız olacak. Şöyle ki 31 Mart 2024 de yerel seçimleri yapacağız ve her seçimde olduğu gibi bu seçimde de seçim ekonomisi ister istemez uygulanacaktır. Dolayısıyla seçimlerin geçmesi ve 2024 yılı ortalarını bulmamız gerekecektir. Bu dönemden sonra ise politika faizleri yavaş yavaş aşağıya doğru yönlenebilir, enflasyon da kontrol altına alınabilir.

2023 yılında yaşanan en önemli olaylardan biri de hatta en önemlisi Hamas-İsrail savaşının 7 ekimden bu yana devam etmesidir ve bu savaş tarihin en acımasız, en insanlık dışı, en savaş kurallarına uymayan bir savaş olarak tarih kitaplarında yerini alacaktır. Başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkelerinin katil İsrail başbakanı Netanyahu’yu desteklemesi ve her türlü yardımda bulunması kabul edilemez. Geç olsa da BM’nin ateşkes çağrısı yapması ancak İsrail li canavarların buna uymaması düşünülmesi gereken bir konudur. Filistinli Müslüman kardeşlerimize yapılan zulüm, camilerin, ibadethanelerin, okulların, hastanelerin bombalanması; Müslümanların ibadetlerine engel olunması karşısında Avrupa ülkeleri seyirci kalmıştır. Daha da ötesi insani yapılan yardımların kardeşlerimize ulaşması İsrail tarafından engellenmiştir. Saymakla bitmeyecek işkencenin yapılması başta ülkemiz olmak üzere Müslümanların hayatını karartmış, hatta kendi ülkesinde bile Netanyahu protestolara maruz kalmıştır.

İsrail-Hamas savaşının bir olumsuz sonucu da petrol fiyatlarının yükselmesidir.72 dolara kadar düşen brent petrol bu günlerde 80 dolar civarındadır ve yılbaşından sonra 100 doları aşacağı söylentileri dolaşmaktadır. Eğer bu tutum devam ederse ve petrol krizi yaşanırsa bizim de bundan olumsuz etkileneceğimiz kesindir. Zaten yüksek seyreden enflasyon daha da yükselebilir. Enflasyondan bahsetmişken yıl içinde fiyat artışlarının birtakım işletmeler tarafından suiistimal edilmesi sonucu halkın alım gücünün iyice düşmesidir. Hükümet bu konu hakkında da önlem alarak fahiş fiyatla mal satan işletmelere önemli oranda para cezası vermiş hatta devam edenlerin kapatılmaya kadar giden cezalar alabilecekleri kamuoyu ile paylaşılmıştır.

Bu yıl yaşadığımız veya izlediğimiz başka olaylara göz atacak olursak saadet zincirlerinin, internet fenomenlerinin kendilerini milletle alay edercesine parayı baz alarak teşhir etmeleridir. İçinde bulunduğumuz ortamda kendilerine anormal kazanç getirisi olacağına inanan başta futbolcular olmak üzere bazı vatandaşlar yüksek faiz ağına takılmışlardır ve devam eden davaların ne olacağı belirsizdir. Burada problem, çalışmadan, yorulmadan en yüksek kazanç elde etme içgüdüsüdür. Ülkemizde çalışan kazanır ilkesi mutlaka benimsenmelidir.

Spor kamuoyunda da bu yıl hiç görmek istemediğimiz olaylar yaşadık. Bir kulüp başkanının hakeme saldırarak kulübüne verdiği zarar, kendisine verdiği zarar; başka bir futbol takımının da sahadan başkan tarafından çekilmesi unutulmayacaktır.

İşte böyle bir yılı geride bırakıyoruz, yazacak başka olaylar da tabii ki var ama yerimiz olmadığı için 2024 yılından beklentilerimize geçelim.

En başta,2024 yılına 2023 yılından kucağımızda bulduğumuz yüksek enflasyonla giriyoruz. Başka olumsuz olaylar olmadığı, yapılan hesaplamalar ve tahminlerin çok az standart sapma olsa da 2024 yılının ikinci yarısında enflasyonu kontrol altına alacağız. Başkanımız Hafize Gaye Erkan’ın da açıkladığı gibi mayıs ayında pik yapacak olan enflasyon yıl sonunda 38 lere kadar düşecektir.2023 yılında yaşadığımız ek bütçe gereği yapılan yüksek zamlar ve vergi oranlarının yükseltilmesiyle temmuz ve ağustos aylarında aylık enflasyon %9 seviyelerinde idi. Yani baz etkisiyle de olsa düşecektir.

Yukarıda açıklamaya çalıştığım gibi politika faizleri de düşme eğilimine girebilir. Dolar kuru da 35 TL seviyelerine gelirse yabancı yatırımcı da gelecek öncelikle borsaya girecektir ve sonuçta döviz rezervimiz de yükseleceğinden enflasyonla mücadele kolaylaşacaktır. Zaten uygulamaya konulan rasyonel para politikalarının amacı, yabancı yatırımcıyı ülke içine çekmektir. Politika faizlerinin düşmesi ile birlikte kredi maliyetleri de azalacağında yerli yatırım da çoğalacaktır.

Ekonomik olarak 2024 yılı bizim için çok önemlidir. Çünkü başta enflasyon olmak üzere uygulanan politika sonucu ekonomik dengeler rayına oturacaktır, biraz daha sabretmek zorunda olduğumuz aşikardır.

Kaynak: SANAYİ HABER AJANSI

Yazarın Son Yazıları
2024 ULUSAL EĞİTİM İSTATİSTİKLERİ GİRİŞ Türkiye’nin eğitim alanındaki gelişmeleri, ülkenin sosyoekonomik kalkınmasının en önemli göstergelerinden biri olarak kabul ediliyor. Eğitimde elde edilen ilerlemeler hem bireylerin hayat kalitesini yükseltiyor hem de toplumun genel refahına büyük katkı sağlıyor. 2024 yılına ait ulusal eğitim istatistikleri, özellikle yükseköğretim mezuniyet oranları, okuryazarlık düzeyi ve ortalama eğitim süresi gibi temel parametrelerde dikkate değer değişimler olduğunu ortaya koyuyor. Bu kapsamlı analizde, 2008 yılından günümüze uzanan eğitim verileri ışığında, Türkiye’de eğitimde yaşanan gelişmelerin boyutlarını ayrıntılı şekilde ele alacağız. Ayrıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalar yaparak, Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu da değerlendireceğiz. 1. YÜKSEKÖĞRETİM MEZUN ORANINDAKİ DRAMATİK ARTIŞ 2008 yılında 25-34 yaş grubundaki genç nüfusun sadece %13,5’i yükseköğretim mezunu iken, bu oran 2024 yılında %44,9’a yükselmiştir. Bu artış, Türkiye’de yükseköğretime erişimde ve tamamlamada ciddi bir dönüşümün yaşandığını gösteriyor. Kadın ve erkek nüfusun eğitimdeki ilerlemesine baktığımızda ise kadınlarda daha dikkat çekici bir gelişme gözlemlenmektedir. 2008’de kadınlarda yükseköğretim mezun oranı %12,5 iken, 2024’te %48,9’a kadar çıkmıştır. Erkeklerde ise %14,6’dan %41,1’e yükselme söz konusudur. Bu veriler, kadınların eğitim fırsatlarına erişiminin ve eğitimdeki başarılarının arttığını, cinsiyet eşitliği yönünde önemli bir yol alındığını göstermektedir. Ayrıca bu artış, iş gücü piyasasında kadınların daha aktif rol almasını da desteklemektedir. 2. TÜRKİYE VE OECD ÜLKELERİ ARASINDAKİ YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNİYETİ KARŞILAŞTIRMASI OECD’nin 2022 yılı verilerine göre, 25-34 yaş grubunda yükseköğretim mezunlarının oranı ortalama %47,4’tür. Türkiye ise %42,9 ile bu ortalamaya oldukça yaklaşmıştır. Bu, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı ilerlemenin uluslararası platformda da karşılık bulduğunun bir göstergesidir. OECD ülkeleri arasında en yüksek yükseköğretim mezuniyet oranı %69,6 ile Güney Kore’ye aitken, en düşük oran %27,3 ile Meksika’da görülmektedir. Türkiye’nin bu skalada orta-üst seviyede yer alması, eğitim politikalarının doğru yönde ilerlediğini ve genç nüfusun eğitimde daha donanımlı hale geldiğini işaret eder. 3. 25 YAŞ VE ÜZERİNDEKİ NÜFUSTA EĞİTİM DÜZEYİ Sadece genç nüfus değil, 25 yaş ve üzerindeki genel nüfusta da yükseköğretim mezun oranı son 16 yılda ciddi artış göstermiştir. 2008’de %9,8 olan bu oran, 2024’te %25,3’e ulaşmıştır. Bu, yetişkin nüfusun da eğitim seviyesinin yükseldiğini gösterir. Ortaöğretim ve üzeri eğitim düzeyini tamamlayanların oranı ise 2008’de %26,5 iken, 2024’te %49,4’e yükselmiştir. Bu da Türkiye’de genel eğitim seviyesinin her yaş grubunda arttığını, eğitimde süreklilik ve yaygınlık sağlandığını ortaya koyar. 4. ORTALAMA EĞİTİM SÜRESİ VE BÖLGESEL FARKLILIKLAR 2024 yılı verilerine göre, Türkiye’de 25 yaş ve üzeri nüfusun ortalama eğitim süresi 9,5 yıldır. Kadınların ortalama eğitim süresi 8,8 yıl olurken, erkeklerde bu süre 10,2 yıldır. Bu fark, eğitimde cinsiyet eşitliğine ulaşmak için atılması gereken adımların halen olduğunu göstermektedir. Bölgesel farklılıklar ise dikkat çekicidir. Ortalama eğitim süresi en yüksek olan il Ankara’dır (10,8 yıl). İstanbul, Eskişehir, Kocaeli ve İzmir gibi büyükşehirler de yüksek eğitim süresi ortalamasıyla bu listeyi takip etmektedir. Buna karşılık Ağrı, Şanlıurfa, Muş, Kastamonu ve Van gibi illerde ortalama eğitim süresi görece düşüktür (7,5 yıl ile Ağrı en düşük). Bu durum, bölgeler arası eğitim fırsatları ve erişiminde eşitsizliklerin devam ettiğini göstermektedir. Devlet politikalarının bu farklılıkları azaltmaya yönelik odaklanması önem taşımaktadır. 5. EĞİTİM SÜRESİNDEKİ SON 10 YILLIK ARTIŞ 2015-2024 yılları arasında ortalama eğitim süresinde en yüksek artış %51,6 ile Şırnak’ta gerçekleşmiştir. Bunu %42,1 ile Hakkâri, %39,9 ile Muş, %38,5 ile Şanlıurfa ve %37,3 ile Bingöl takip etmektedir. Bu illerdeki artışlar, bölgesel kalkınma çabalarının eğitim alanında da olumlu sonuç verdiğine işaret ediyor. Öte yandan, Ankara, Eskişehir, Tekirdağ, İzmir ve İstanbul gibi büyükşehirlerdeki artış oranları %13-16 arasında kalmıştır. Bu illerde zaten eğitim süresi yüksek olduğu için artış oranı daha düşük görünmektedir. 6. OKURYAZARLIK ORANI YÜKSELDİ 6 yaş ve üzeri nüfusta okuma yazma bilenlerin oranı 2008’de %91,8 iken, 2024 yılında %97,8’e yükselmiştir. Bu oran, kadınlarda %86,9’dan %96,2’ye, erkeklerde ise %96,7’den %99,3’e çıkmıştır. Okuryazarlık oranındaki bu artış, temel eğitime erişimin yaygınlaşmasının yanı sıra, özellikle kadınlarda eğitim hakkının önemli ölçüde genişlediğini gösteriyor. Okuryazarlık, bireylerin toplumsal hayata katılımı ve ekonomik faaliyetlere dahil olması açısından hayati bir beceridir. 7. EBEVEYNLERİN EĞİTİM DÜZEYİ VE BİREYLERİN EĞİTİM BAŞARISI 2024 verileri, ebeveynlerin eğitim düzeyinin çocukların eğitim başarısı üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu ortaya koyuyor. Annesi yükseköğretim mezunu olan fertlerin %84,4’ü yükseköğretimi tamamlamışken, bu oran babası yükseköğretim mezunu olanlarda %80,3 olarak tespit edilmiştir. Annesi ortaöğretim mezunu olanların %64,3’ü, babası ortaöğretim mezunu olanların ise %55,7’si yükseköğretim mezunudur. Ebeveynlerin daha düşük eğitim seviyesine sahip olması durumunda ise yükseköğretim tamamlama oranları belirgin biçimde düşmektedir. Bu veriler, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve ailelerin eğitim seviyesinin yükseltilmesinin, ülkenin genel eğitim düzeyini artırmada kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Türkiye’nin eğitim alanında son 16 yılda yaşadığı dönüşüm gerek genç nüfus gerekse genel nüfus açısından oldukça olumlu ve cesaret vericidir. Yükseköğretim mezun oranlarının önemli ölçüde artması, okuryazarlık oranlarının yükselmesi ve ortalama eğitim süresindeki gelişmeler, ülkemizin eğitimde ileriye doğru sağlam adımlar attığını gösteriyor. Ancak bölgesel farklılıklar, cinsiyetler arası eşitsizlikler ve ebeveynlerin eğitim seviyesine bağlı değişkenlikler gibi konular, dikkatle ele alınması gereken alanlar olarak kalmaya devam ediyor. Eğitimde kaliteyi artırmak ve fırsat eşitliğini sağlamak adına özellikle dezavantajlı bölgeler ve gruplar için hedeflenmiş politikalar önem arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin eğitimde yakaladığı başarı, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşlarından biridir ve bu alandaki gelişmelerin takip edilmesi, ülkenin geleceği için kritik öneme sahiptir. Kaynak: TÜİK ZAFER ÖZCİVAN Ekonomist-Yazar zozcivan@hotmail.com
30.05.2025
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.