Son günlerde yaşadığımız gelişmeler, sadece rakamların ve manşetlerin ötesinde, dünya ekonomisinin ve Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek derin dönüşümlere işaret ediyor. Hem küresel piyasalarda hem de yerel gündemde, politika yapıcıların kararları artık birbirinden bağımsız değil; tersine, birbirine bağlı zincirler halinde ilerliyor.
Öncelikle ABD’deki gelişmelerden başlamak gerek. Trump yönetiminin, ABD’de üretim yapmayan çip üreticilerine %100’e varan gümrük vergisi getireceğini açıklaması, küresel ticaretin ne kadar kırılgan bir denge üzerinde olduğunu hatırlattı. Yarı iletken sektörü, bugün otomobilden savunma sanayine kadar her alanın kalbinde yer alıyor. Bu karar, tedarik zincirlerinde yeni kırılmalara yol açabilir. Üstelik Fed’de başkanlık ve kurul üyelikleri için yapılan aday gösterimleri, para politikasında daha “gevşek” bir çizgi beklentisini güçlendiriyor.
Kısacası, ABD hem sanayi politikalarında hem de para politikalarında sert manevralara hazırlanıyor.Türkiye cephesinde ise enerji ve finansman başlığı ön plana çıkıyor. TEİAŞ’ın Dünya Bankası ve Temiz Teknoloji Fonu’ndan sağladığı toplam 748 milyon dolarlık kredi, sadece elektrik iletim hatlarını modernize etmekle kalmayacak; aynı zamanda yenilenebilir enerji yatırımlarının sisteme daha verimli entegre edilmesini sağlayacak. Bu, enerji bağımsızlığı yolunda atılmış stratejik bir adım. Bakan Mehmet Şimşek’in de belirttiği gibi, kalıcı refahın yolu sadece kısa vadeli büyümeden değil, uzun vadeli altyapı yatırımlarından geçiyor. Bir diğer önemli başlık ise Türkiye ile Suriye arasındaki ekonomik normalleşme. TOBB’da imzalanan JETCO Kurucu Protokolü, yıllardır zorlu bir süreçten geçen iki ülke arasında ticaretin ve transit taşımacılığın yeniden canlanabileceğini gösteriyor. Özellikle Halep üzerinden Körfez ülkelerine açılacak yeni ticaret koridoru, lojistik ve ihracat potansiyelini artıracak. Enerji projelerinde ve inşaat altyapısında PPP ve YİD gibi modellerle işbirliği yapılması ise hem özel sektör hem kamu için yeni fırsatlar demek. DEİK Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iş dünyasına verdiği destek mesajı da önemliydi. Türkiye’nin milli gelirinin 1,371 trilyon dolara ulaşması, ekonomik dayanıklılığın göstergesi olarak sunuluyor. AB ülkelerine ihracattaki %8’lik artış, özellikle Almanya ve Estonya gibi pazarlarda yakalanan ivmenin kalıcı hale getirilebileceğine işaret ediyor. Bu noktada iş dünyasının küresel ağlara entegre olması ve inovasyon kapasitesini artırması, rekabet gücünü pekiştirecek.Son olarak, KOBİ tanımında yapılan değişiklik de dikkat çekici. Mali sınırın 500 milyon TL’ye yükseltilmesiyle çok sayıda işletme yeniden KOBİ statüsüne girdi. Bu, özellikle krediye erişim ve teşviklerden yararlanma konusunda geniş bir işletme kitlesine nefes aldıracak.
Türkiye ekonomisinin omurgasını oluşturan KOBİ’lerin güçlenmesi, hem istihdam hem de ihracat kapasitesine doğrudan etki edecek.Tüm bu gelişmelere kişisel penceremden baktığımda, ortak bir tema görüyorum: stratejik esneklik. Gerek ABD’nin ticaret ve para politikalarında yaptığı sert ayarlamalar, gerek Türkiye’nin enerji, diplomasi ve KOBİ politikalarında attığı adımlar, geleceğin belirsizliklerine karşı bir “yedek plan” oluşturma çabası. Artık sadece bugünü kurtarmak değil, yarını yönetmek zorundayız.Ekonomi yönetiminde ve iş dünyasında başarı, bundan sonra “en hızlı kim büyür” sorusundan çok, “kim en esnek ve dirençli olur” sorusuyla ölçülecek.
Yatırım kararları, finansman stratejileri ve uluslararası işbirlikleri, bu yeni paradigmanın temel taşları olacak. Önümüzdeki dönemde hem küresel hem yerel arenada atılacak adımlar, sadece ekonomik göstergelerimizi değil, aynı zamanda toplumsal refahımızı da belirleyecek.Bugün, belki de uzun zamandır görmediğimiz kadar çok cephede eş zamanlı değişim yaşıyoruz. Bu nedenle, her bir gelişmeyi tek başına değil, büyük resmin bir parçası olarak okumak zorundayız.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı