Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın The Economist dergisinde yayımlanan makalesi, sadece Türkiye’nin NATO içindeki mevcut konumunu değil, aynı zamanda ittifakın geleceğine yönelik stratejik uyarılarını ve yapıcı önerilerini de kapsamlı şekilde ortaya koyuyor. Bir gazeteci ve yurttaş olarak bu yazıyı okuduğumda, Cumhurbaşkanı’nın NATO’ya ve genel anlamda küresel güvenlik mimarisine dair verdiği mesajların derinliğini, kararlılığını ve vizyonunu bir kez daha fark ettim.
Türkiye’nin NATO’daki rolü, yalnızca coğrafi konumu veya askeri kapasitesiyle sınırlı değil; aynı zamanda tarihsel tecrübesi, krizlere karşı refleksi ve yük taşıma kapasitesiyle belirleyici bir nitelik taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, makalesinde Türkiye’nin 70 yılı aşkın süredir NATO üyesi olarak üstlendiği sorumluluklara dikkat çekerken, bu süre zarfında NATO’ya sağladığı katkıların çoğu zaman yeterince takdir edilmediğini de ima ediyor. Gerçekten de Kore Savaşı’nda gösterilen kahramanlık, Balkanlar’daki barış gücü misyonları, Afganistan’daki istikrar çabaları ve Karadeniz’de deniz güvenliği için atılan adımlar, Türkiye’nin bu ittifaka sadece asker gönderen değil; stratejik yön veren bir üye olduğunu gösteriyor.
Buna rağmen zaman zaman Türkiye’ye karşı yöneltilen eleştirilerin, çoğunlukla siyasi önyargılara ve stratejik körlüklere dayandığını söylemek yanlış olmaz. Makalenin çarpıcı bölümlerinden biri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2019’da dile getirdiği “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” çıkışının yeniden hatırlatılmasıdır. Erdoğan bu söylemi, ittifakın kendini yenileme konusundaki eksikliklerine işaret etmek için kullanıyor. Çünkü bugünün güvenlik tehditleri, yalnızca konvansiyonel savaş tehditlerinden ibaret değil. Terörizm, siber saldırılar, enerji krizleri, düzensiz göç, radikalleşme ve hibrit savaş gibi çok boyutlu tehditlerle karşı karşıyayız. Türkiye’nin mesajı açık ve nettir: NATO, yeni yüzyılın çok katmanlı güvenlik risklerine karşı ortak bir bilinç ve eylem planı geliştirmelidir. Aksi halde, yalnızca bazı üyelerin güvenliğini önceleyen bir yapı, dayanışma ve kolektif savunma ruhunu zedeleyecektir.
Cumhurbaşkanı’nın en dikkat çekici tespitlerinden biri de, Türkiye’nin özellikle terörle mücadelede zaman zaman yalnız bırakılmış olmasıdır. Türkiye, PKK, PYD/YPG, DEAŞ gibi terör örgütlerine karşı hem sınırları içinde hem de dışında büyük bir mücadele yürütmektedir. Ancak bazı NATO üyeleri bu örgütlere destek veren ya da göz yuman politikalarıyla Türkiye’nin güvenlik endişelerini görmezden gelmiştir. Bu durum sadece Türkiye’nin değil, aslında NATO’nun da güvenlik zafiyeti yaşamasına neden olmaktadır.
Suriye’de yaşanan gelişmeler, milyonlarca mültecinin Türkiye’ye gelmesine yol açarken, sınır güvenliği açısından da Türkiye’nin omuzlarındaki yükü artırmıştır. Türkiye bu sınamalara rağmen NATO içinde kalmaya, katkı sunmaya ve yapıcı çözümler üretmeye devam etmiştir.İsveç ve Finlandiya’nın üyelik süreçlerine ilişkin yapılan değerlendirme ise, Türkiye’nin yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda değil; ittifakın bütününü ilgilendiren bir güvenlik vizyonuyla hareket ettiğini ortaya koymaktadır.
Erdoğan’ın bu konuda sergilediği ilkesel tutum, terör örgütlerine müsamaha gösteren ülkelerin NATO’ya kabul edilmesinin yaratacağı güvenlik risklerine karşı yapılan bir uyarıdır. Bu bakış açısı, aslında NATO’nun kurucu değerleriyle birebir örtüşmektedir. Makalenin son bölümünde yer alan “Türkiye’nin talimat alacağı bir makam yoktur” ifadesi ise, sadece güçlü bir dış politika vurgusu değil; aynı zamanda Türkiye’nin NATO içindeki eşit ortaklık prensibine olan inancının ifadesidir.
Türkiye, sadece pasif bir figüran değil; NATO’nun kuruluş ruhuna hâlâ sadık olan, aktif ve yön verici bir müttefiktir. Bu duruşun kimi Batı başkentlerinde hâlâ yeterince anlaşılmamış olması, büyük bir stratejik körlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın The Economistte yayımlanan yazısı, yalnızca geçmişe dönük bir muhasebe değil; geleceğe dair net bir vizyon sunuyor.
NATO’nun işlevselliğini koruması, güvenilirliğini yeniden tesis etmesi ve gerçek anlamda bir kolektif güvenlik mekanizması haline gelmesi için Türkiye’nin uyarılarına ve önerilerine kulak verilmesi şarttır. Cumhurbaşkanı’nın da dediği gibi: “Terörün dini, milleti ve rengi yoktur.” NATO bu tehdidi ortak şekilde ele almadığı sürece gerçek bir güvenlik şemsiyesi olamaz. Bu söz, yalnızca Türkiye’nin değil, tüm NATO üyelerinin geleceği için hayati bir uyarıdır.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı