Dünyanın en büyük işçi örgütü olan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayımlanan 2025 yılı Küresel Haklar Endeksi, Türkiye için bir kez daha alarm zillerini çaldı. Rapora göre Türkiye, tıpkı 2014’ten bu yana olduğu gibi, bu yıl da işçi haklarının en fazla ihlal edildiği 10 ülke arasında yer aldı. Yani Türkiye’de sendikal haklar açısından bir ilerleme değil, aksine derinleşen bir gerileme yaşanıyor. Bangladeş, Belarus, Mısır, Myanmar gibi baskıcı rejimlerle aynı listede yer almak, ülkenin hem iç hukuk hem de dış politika düzleminde nasıl bir kriz yaşadığını ortaya koyuyor.
Peki ama nedir bu sendikal haklar? Ve neden bu kadar önemli?
SENDİKAL HAK NEDİR, NEDEN HAYATİDİR?
Sendikal haklar, çalışanların kendi aralarında örgütlenerek sendika kurabilmeleri, mevcut bir sendikaya üye olabilmeleri, toplu sözleşme yapabilmeleri ve gerektiğinde grev hakkını kullanabilmeleri anlamına gelir. Bu haklar, sadece işçilerin ekonomik çıkarlarını savunmaları için değil, aynı zamanda demokratik toplum düzeninin teminatı oldukları için de büyük önem taşır.
Bir ülkede gerçek anlamda sendikal özgürlük varsa, orada işçiler işten atılma korkusu olmadan düşüncelerini ifade edebilir, ücretlerini artırmak, iş koşullarını iyileştirmek için birlikte hareket edebilir, daha adil bir gelir dağılımı talep edebilirler. Ancak Türkiye’de yıllardır tam tersi bir süreç yaşanıyor.
2025 RAPORU: İHLALLERİN YAYGINLIĞI VE DERİNLİĞİ
ITUC’un raporunda Türkiye için verilen örnekler, tekil vakalar değil; sistematik hale gelmiş bir baskının göstergesi.
2024 yılı mart ayından itibaren Hak-İş’e bağlı 6.750 kişi işten atıldı, üstelik bununla da kalınmadı; 30 binden fazla kişi sendikadan istifa etmeye zorlandı. Bu, sadece ekonomik baskı değil, aynı zamanda açık bir örgütlenme özgürlüğü ihlalidir.
Yine rapora göre, DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş Sendikası üyesi 10 bin kişinin toplu sözleşme süreçlerine katılımı, Sağlık Bakanlığı’nın üyelik kayıtlarını silmesi ile engellendi. Bu, devletin bir bakanlığı eliyle sendikal faaliyeti doğrudan hedef alması anlamına gelir.
Bu örnekler, işçilerin sadece işverenler tarafından değil, doğrudan devlet kurumları eliyle de baskı altına alındığını gösteriyor. Bu da sendikal hakların yalnızca pratikte değil, artık kurumsal düzeyde de tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor.
KÜRESEL DURUM KÖTÜLEŞİRKEN, TÜRKİYE EN DİPTE
Raporda sadece Türkiye değil, dünya genelindeki sendikal baskı ortamı da detaylandırılmış. 151 ülkenin incelendiği çalışmada:
Ülkelerin %87’sinde grev hakkı ihlal ediliyor.
%80’inde toplu pazarlık hakkı ya engelleniyor ya da geçersiz kılınıyor.
%74’ünde sendikaların yasal olarak kayıt yaptırması engelleniyor.
%72’sinde işçilerin adalete erişimi sınırlı.
71 ülkede işçiler doğrudan tutuklanmış.
Bu veriler dünyada da hakların geriye gittiğini gösterse de Türkiye bu kötü gidişin en uç örneklerinden biri haline gelmiş durumda. Yani yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de en sert sendika düşmanlığı Türkiye’de yaşanıyor.
“İKTİDAR, İHLALLERİ GİDERMEK YERİNE DERİNLEŞTİRİYOR”
DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar’ın sözleri, Türkiye’de işçi sınıfının yaşadığı sıkışmayı özetliyor. Atar, “AKP’nin emek karnesi değişmiyor, sermaye memnun, işçiler bastırılıyor” diyerek mevcut siyasi yapının örgütlü emeğe karşı yapısal bir tavır içinde olduğunu belirtiyor. Atar’a göre Türkiye, “hukukun üstünlüğünden üstünlerin hukukuna” geçiş yapmış durumda. Yani sadece sendikal haklar değil, hukuk devleti anlayışı da ciddi şekilde yara almış durumda.
Sendikalar sadece ücret pazarlığı yapan kurumlar değildir. Onlar aynı zamanda iş yerindeki keyfiliğe karşı denge unsuru, toplumsal eşitliğin savunucusu ve çalışanların onurunun koruyucusudur. Bu yapılar bastırıldığında, sadece maaşlar değil, demokrasi ve adalet fikri de yara alır.
ÇÖZÜM: SENDİKAL HAKLARIN ANAYASAL GÜVENCEYE KAVUŞTURULMASI
Türkiye’nin bu kara listeden çıkabilmesi için yapması gerekenler aslında son derece açık:
Sendikal özgürlüğü güvence altına almak: İşçilerin herhangi bir sendikaya özgürce üye olması, baskı görmeden istifa edebilmesi ya da kalabilmesi sağlanmalı. Bu özgürlük fiili değil, hukuki düzeyde teminat altına alınmalı.
Toplu sözleşme hakkının önündeki tüm bürokratik engeller kaldırılmalı. Sendikaların yeterlilik ve yetki süreçleri şeffaf ve adil yürütülmeli.
Grev hakkı üzerindeki yasaklar kaldırılmalı, keyfi ertelemeler durdurulmalı. Grev anayasal bir haktır; sadece ücret için değil, çalışma koşulları, iş güvenliği ve onurlu yaşam için de grev yapılabilir.
Kamu çalışanları için de sendikal haklar genişletilmeli. Özellikle taşeron işçiler ve sözleşmeli personelin örgütlenmesi önündeki engeller kaldırılmalı.
Yargı bağımsızlığı sağlanmalı. İşveren-devlet-sendika üçgeninde yaşanan her türlü hak ihlali, bağımsız yargı mekanizmalarıyla etkin şekilde cezalandırılmalı.
SONUÇ: SENDİKAL HAK DEMEK, DEMOKRASİ DEMEKTİR
Türkiye’nin 11 yıldır aralıksız şekilde işçi haklarında en kötü ülkeler arasında yer alması, sadece çalışma hayatına dair bir mesele değildir. Bu tablo, temel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğünün, toplumsal adaletin ne denli zayıfladığını gösteriyor. Sendikal hakları baskılamak demek, çalışanları yalnızlaştırmak, güvencesizleştirmek ve sessizliğe mahkûm etmek demektir.
Oysa örgütlü işçi, sadece kendisinin değil, tüm toplumun sesi olabilir. Türkiye’nin geleceği, ancak örgütlenme özgürlüğüne saygı duyan, sendikaların güçlendiği, grevin değil yasakların suç sayıldığı, gerçek bir sosyal hukuk devleti kurulduğunda aydınlanabilir. Kara listeden çıkmak için ilk adım, emeğe kulak vermektir.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı