Türkiye’de Devlet Teşvik Sisteminin Duruşu ve Geleceği
Bir ülkenin kalkınma hikâyesi, yalnızca ne kadar yatırım aldığıyla değil; o yatırımların kimlere, neden ve hangi vizyonla yönlendirildiğiyle ölçülür.
Türkiye’de yıllardır devlet teşvikleri ekonominin itici gücü olarak görülüyor. Fakat artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
“Teşvikler gerçekten kalkınmayı mı sağlıyor, yoksa ayrıcalıkları mı büyütüyor?”
Teşvik Bir Amaç Değil, Araçtır…
Devlet teşvikleri, ekonomiyi belirli hedeflere yönlendiren stratejik birer araçtır.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yatırım teşvik sistemi kâğıt üzerinde bölgesel kalkınmayı, üretimi ve istihdamı desteklemeyi amaçlar.
Ancak sahadaki tablo her zaman bu kadar parlak değil. Teşviklerin önemli bir bölümü hâlâ büyük sermaye gruplarına ve gelişmiş bölgelere yöneliyor.
Bu durumda teşvik, kalkınmanın aracı olmaktan çıkıp mevcut ekonomik yapının sürdürülme mekanizmasına dönüşüyor.
Oysa ekonominin bel kemiği olan KOBİ’ler, bu desteklere en çok ihtiyaç duyan kesim.
Ancak bürokratik engeller, bilgi eksikliği ve karmaşık süreçler birçok işletmeyi teşvik kapısından geri çeviriyor.
Bir KOBİ’nin bu süreci aşması çoğu zaman danışmanlık desteği, güçlü bir finansal planlama ve uzun bekleyişler gerektiriyor.
Böyle olunca da sistem, doğası gereği büyük ölçekli yatırımcıyı koruyan bir yapıya bürünüyor.
Mesela son yıllarda devlet destekleri içinde öne çıkan Ar-Ge ve Tasarım Merkezleri, teşviklerin en “akıllı” biçimini temsil ediyor.
Bu merkezler sadece vergi avantajı sağlamıyor; şirketlerin düşünme biçimini dönüştürüyor.
Bir Ar-Ge merkezi kuran şirket; gelir vergisi, SGK primleri, damga vergisi ve KDV gibi kalemlerde ciddi muafiyetlerden yararlanıyor.
Ama asıl kazanım, bu firmaların yeniliği bir kültür haline getirmesi.
Bir tekstil firması Ar-Ge merkeziyle geri dönüştürülmüş liflerden kumaş geliştiriyor,
bir savunma sanayi şirketi tasarım merkeziyle kendi alt bileşenlerini üretmeye başlıyorsa,
bu yalnızca bir teşvik başarısı değil, ulusal kapasitenin dönüşümüdür.
Ar-Ge merkezleri, devlet desteğinin “nakit transferi” olmaktan çıkıp bilgi üretim ekosistemine dönüşmesinin en somut örneği.
Yeni Dönem de en çok dikkat çeken Yeşil ve Dijital Teşvikler…
Artık dünya, karbon nötr üretim ve dijital dönüşüm üzerine inşa ediliyor.
Türkiye de bu dönüşüme, Ar-Ge, yeşil üretim ve teknoloji yatırımlarına özel teşviklerle adım atıyor.
Ancak bu desteklerin sürdürülebilir olabilmesi için devletin yalnızca sermayeyi değil; bilgiyi, yeteneği ve yeniliği teşvik etmesi gerekiyor.
Kalkınma yalnızca makine parkuruyla değil, zihinsel dönüşümle mümkündür.
Esas değinmemiz gereken nokta; şeffaflık olmadan kalkınma olmaz…
Bir teşvik sistemi, başarısını “ne kadar para dağıttığıyla” değil, yarattığı etkiyle kanıtlar.
Kaç kişi istihdam edildi? Kaç patent üretildi? Kaç yeni marka doğdu?
Bu soruların yanıtları kamuoyuna şeffaf biçimde sunulmadıkça, teşvikler kamu bütçesinden karşılıksız verilen ödüller gibi görünür.
Gerçek kalkınma, paranın değil, fırsatın adil paylaşımıyla mümkündür.
Türkiye’nin yeni yüzyılında teşvik sistemini yeniden tanımlamak gerekiyor.
Amaç, ayrıcalıkları büyütmek değil; üretim kültürünü yaygınlaştırmak olmalı.
Kalkınma, sermayenin değil; yaratıcılığın, emeğin ve adaletin ödüllendirildiği bir iklimde filizlenir.
Devletin görevi, bu iklimi adil biçimde korumak ve yönlendirmektir.
“Teşvik bir ödül değil, bir yönlendirmedir.
Yön doğruysa kalkınma olur; yanlışsa sadece kayırma…”
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı