Türkiye’de iş gücü piyasasında uzun yıllardır var olan eğitim, kıdem, vasıf gibi ücret belirleyicilerinin etkisi giderek zayıflıyor. Geleneksel olarak “beyaz yaka” olarak adlandırılan, daha yüksek eğitimli ve nitelikli çalışanlar artık, ücret açısından “mavi yakalılardan” pek farklı olmayan, hatta bazı alanlarda onların gerisinde kalan bir ekonomik çıkmazın içinde. Bu süreçte ücret politikaları, tüm sınıfsal farkları eritirken, işçi sınıfının örgütsüz ve güvencesiz kesimini büyütüyor. Peki, bu tablonun arkasında ne var? Beyaz yakalıların yaşadığı “çıkmaz” neden kaynaklanıyor? Örgütlenme ve dayanışma neden bugünün en önemli çözümü olarak öne çıkıyor? Tüm bu sorulara, uzmanların analizleri ve güncel gelişmeler ışığında kapsamlı bir bakış atalım.
Türkiye’de, özellikle 2021’den itibaren derinleşen ekonomik kriz, iş gücü piyasasında yapısal bir değişime yol açtı. Eskiden kıdemi, vasfı, eğitim düzeyi yüksek olan beyaz yakalılar, ücretlerinde belirgin üstünlük ve ekonomik güvenceye sahipken, artık bu üstünlük neredeyse tamamen ortadan kalktı. Ücret artışları, iş yükü ya da sektör fark etmeksizin tüm ücretlilerin alım gücü hızla eriyor.
Türkiye’nin sanayi bölgelerinde binlerce işçinin sefalet ücretlerine karşı greve gitmesi, bu derinleşen yoksullaşmanın somut bir göstergesi. Ancak örgütlenme konusunda durum daha da düşündürücü. Grev ve direnişlerde mavi yakalı işçiler öne çıkarken, beyaz yakalılarda örgütlenme oranı banka-finans sektörü dışında yüzde 10’un altına düşüyor. Yani, beyaz yakalılar içinde dayanışma ve ortak mücadele neredeyse yok denecek kadar az.
Bu gelişme, Türkiye’de ücret politikalarının sınıfsal farkları silip süpürdüğünün en somut kanıtı. Artık eğitimli ya da vasıflı olmanın ücret açısından anlamı azaldı. Ücretlerde “eşit yoksullaşma” süreci yaşanıyor. Beyaz yakalıların giderek daha geniş bir kısmı, artık yoksullaşan emekçi sınıfının bir parçası haline geldi.
Sosyolog Hakan Koçak’ın da işaret ettiği gibi, tarih boyunca işçi sınıfının farklı kesimleri birbirine karşı kışkırtıldı, rekabet ettirildi, hatta düşmanlaştırıldı. Bu, egemenlerin işçi sınıfını bölerek mücadeleyi zayıflatmak için kullandığı etkili bir stratejidir. Bugün Türkiye’de beyaz ve mavi yakalı işçiler arasındaki ayrım, tam da bu mekanizmanın güncel hali.
Beyaz yakalılar, “biz mavi yakalılardan farklıyız, daha nitelikli ve ayrıcalıklıyız” algısını korumaya çalışsa da gerçekler bunun tam tersi. Sendikalaşma oranları incelendiğinde, mavi yakalı işçiler beyaz yakalılara göre daha örgütlü ve kolektif hak mücadelesinde daha etkili. Beyaz yakalıların daha az örgütlü olması onları krize karşı daha savunmasız bırakıyor.
Bu noktada “kendine beyaz yaka diyenler yeni proleterlerdir” tespiti kritik. Tek farkları diplomaları ve kıyafetleri. Ekonomik güvenceleri yok, sendikal örgütlülükleri sınırlı ve gelecek kaygıları oldukça yüksek. Bu haliyle, aslında işçi sınıfının temel parçalarından biri haline gelmiş durumdalar.
Ücretlerin giderek düştüğü, işçi sınıfının tamamının yoksullaştığı bu tabloda, ücret dengesizliklerinin asıl sebebi sendikalı ya da yüksek ücretli işçiler değil. Mesele, gelir ve kazançların toplumda adil paylaşılmaması, kaynakların çoğunlukla sermaye ve üst gelir gruplarında toplanması.
1980 sonrası Türkiye’sinde, ANAP ve AKP dönemlerinde yaygınlaşan “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı, bireysel çıkarları toplumsal dayanışmanın önüne koydu. İşçi sınıfı içinde ise rekabet, bölünme ve yalnızlaşma arttı. Bu ideoloji, beyaz ve mavi yakalıları birbirine düşürürken, sermaye sınıfının çıkarlarını güvence altına aldı.
Bugün beyaz yakalıların içinde bulunduğu durum, bu ideolojinin sonucu. Örgütlenme ve sınıf bilinci zayıflarken, işçiler kendi aralarında rekabet ediyor; sermayenin ve siyasi iktidarın oyununa gelerek kendi geleceğini riske atıyor.
İstanPol Araştırma’dan Alphan Telek, Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumu “hınç ve öfke toplumu” olarak tanımlıyor. Ülke genelinde yaşanan yaygın güvencesizlik, işsizlik, düşük ücret ve ekonomik kriz, insanların birbirine olan güvenini yok ediyor.
Yüksek öğrenim görmüş kişilerin iş piyasasındaki ayrıcalıkları azalıyor; teknoloji yatırımlarının yetersizliği ve iş piyasasındaki talep değişimleri nedeniyle, üniversiteliler ve yüksek nitelikli iş gücüne olan ihtiyaç azaldı. Bu da beyaz yakalıların kendi geleceklerine dair umutlarını kırıyor.
Telek’in dikkat çektiği en önemli nokta, beyaz yakalıların sahip oldukları “özel” kimlik algısı ile üzerlerindeki şirket kontrolü arasındaki gerilim. Beyaz yakalılar, eğitimlerine ve statülerine olan inançları nedeniyle, örgütlenmeye ve sokakta mücadeleye mesafeli duruyorlar. İçten içe kızgınlar ama bu kızgınlık aktif bir direnişe dönüşmüyor. Bu durum, onların krize karşı dirençsiz kalmasına yol açıyor.
Beyaz yakalılar için alternatif örgütlenme girişimleri geçmişte oldu ancak uzun ömürlü olmadı. 2012-2021 yılları arasında beyaz yakalılarla sendikalar arasında köprü olmayı amaçlayan “Kaç Bize Gel” gibi platformlar, ekonomik ve toplumsal kriz dönemlerinde bile sürdürülebilir dayanışma sağlayamadı.
Avukat Hikmet Topal, beyaz yakalıların kriz dönemlerinde en zayıf halkayı oluşturduğunu, kendi hayatlarına daha fazla odaklandıklarını söylüyor. Pandemi dönemiyle birlikte faaliyetlerin durduğunu ve üyelerin meslek sendikalarına yönlendirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Topal’ın belirttiği gibi, büyük sendikalar genellikle petrol, kimya, metal gibi ofis dışı iş kollarında daha etkin. Beyaz yakalıların ise sosyolojik farklılıkları göz önünde bulundurularak, daha esnek, dijital ve katılımcı örgütlenme modellerine ihtiyaçları var. Sendikaların bu değişime uyum sağlaması, beyaz yakalıların örgütlenmesini artırabilir.
Türkiye’nin güncel iş gücü piyasası gerçekleri, eğitimli ya da vasıflı olmanın ücret garantisi sağlamadığı, iş güvencesinin büyük oranda kaybolduğu bir dönemi işaret ediyor. Beyaz yakalılar artık kendi “özel” sınıf kimliklerinin yanılsamasından kurtulmalı, emekçi sınıfının bir parçası olarak örgütlenmeye, dayanışmaya ve ortak mücadeleye yönelmeliler.
Ücret politikalarının sınıfsal farkları silip yoksullaşmayı yaygınlaştırdığı bu koşullarda, mücadeleyi büyütmenin tek yolu, işçi sınıfı içindeki bölünmeleri aşmak ve ortak bir sınıf bilinci oluşturmak. Sendikaların ve alternatif örgütlenme biçimlerinin beyaz yakalıların ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması, önümüzdeki dönemin en önemli gündemi olmalı.
Unutulmamalı ki, ekonomik krizlerin ve güvencesizliğin ağır yükü, örgütsüzlük ve yalnızlıkla daha da katlanılmaz hale gelir. Ancak birlik ve dayanışma ile ücretli emekçiler, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirebilir, kendilerini güvencede hissetmeye başlayabilirler.
Kaynak: Sanayi Haber Ajansı